adscode
adscode

YÖK, Üniversiteler, Doçentlik ve Ademi Merkeziyetçilik!

Cumhurbaşkanının yardımcı doçentliğin kaldırılması ilgili açıklamalarının üzerinden geçen üç ayın sonunda YÖK Başkanı yapılan çalışmaları kamuoyuyla paylaştı.

alaaddindincer@egitimajansi.com




Kamuoyuna konu ilgili yapılan açıklamaya ek olarak paylaşılan 7 madde üzerine üniversitelerin 6 Kasım tarihine kadar görüş bildirmeleri istendi. Üniversiteler ve akademisyenler bu açıklamanın şokunu yaşarken, ardından YÖK başkanının geçiş sürecini ön gören açıklamaları kafaların karışmasına neden oldu. YÖK Başkanı açıklamasında, daha önce başlattıkları ademi merkeziyetçi yaklaşımla yetki devri konusunu doçentlikte de devam ettirmek istediklerini belirterek, "Doçentliğin ikinci aşamasının üniversitelerce yürütülmesi, üniversitelerimize kimlik kazandıracak." dedi.

Sosyal medya hesabından dün, doçentlik sınav sürecine ilişkin, adaylardan gelen şikayetler üzerine çalışma başlattıklarını açıklayan Saraç, detayları AA'ya anlattı.Mevcut durumda doçentlik sınavının, eser incelemesi ve sözlü sınav olmak üzere iki aşamalı gerçekleştirildiğini anımsatan Saraç, Üniversitelerarası Kurulca (ÜAK) belirlenen jüri tarafından önce eser incelemesi yapıldığını, ardından da sözlü sınavda başarılı adaylara doçent unvanı verildiğini dile getirdi.

Sözlü sınav aşamasının gayritabii şekilde cereyan ettiği yönünde yıllardır şikayet olduğunu belirten Saraç, binlerce adayın zaman açısından yaşadığı sıkıntılar da dikkate alındığında mağduriyetler yaşandığının görüldüğünü ifade etti. Saraç, bunun üzerine konunun üzerinde yeniden düşünmek gerektiğine karar verdiklerini ve bunu üniversitelere sorarak değerlendirme yapmak istediklerini söyledi. "Üniversitelerin görüşünü sorduk"

Sözlü sınavdan kaynaklanan sıkıntılar nedeniyle, mevcut sistemde ilk aşamada uygulanan doçentlik başvuru şartlarının aranmasına devam edilmekle birlikte, sözlü sınav şartının kaldırılması konusunda üniversitelerin görüşünü sorduklarını belirten Saraç, "ÜAK tarafından yayın ve diğer asgari şartları temin ettiğine dair verilecek belge sahibi adayların doçentliğe yükseltilerek atanması aşamasının üniversitelerce yürütülmesi ve üniversitelerin ÜAK tarafından belirlenen asgari kriterler üzerine ilave kriterler koyabilmesi veya bu kriterlerle yetinebilmesi konularında görüş bekliyoruz." diye konuştu. Türkiye'de 37 bin yardımcı doçentin bulunduğuna işaret eden Saraç, arzuladıkları sistem hayata geçirilirse artık doçentliğin ikinci aşamasının üniversitelere bırakılacağını, sözlü sınav şartının kaldırılacağını, üniversitelerin kendi kriterlerini kendilerinin belirleyebileceğini bildirdi.

Saraç, "Yükseköğretim Kurulu olarak daha önce başlattığımız ademi merkeziyetçi bir yaklaşımla yetki devri konusunu, doçentlikte de devam ettirmek istiyoruz. Doçentliğin ikinci aşamasının üniversitelerce yürütülmesi, üniversitelerimize kimlik kazandıracak. Bir üniversitemiz mevcut asgari şartları yeterli görebilir, diğeri yetersiz görür ve ilave şartlar arayabilir. Bu farklılık ve çeşitlilik, üniversitelerimizin kendi marka değerlerini oluşturmalarına katkı sağlar." dedi.

Açıklamada yer alan Ademi Merkeziyetçilik üzerinde önemle durulması ve desteklenmesi gereken bir husus. Karar alma, sözünü özgürce söyleme, yetkilenme ve özerk olma elbette üniversitelerin hakkı ve böylede olmalı. Bunu sadece kadro oluşturmada değil her anlamda gerçekleştirmek üniversitenin evrensel ilkelerinin ve demokratik üniversitenin olmazsa olmazı. Ancak gelin görün ki üniversitede hayat böyle gitmiyor. Üniversiteyi oluşturan bileşenlerin üniversite hayatına etkileri, kararlara katılımı ve yetkileri yok denecek kadar az. İşe alma ve işten çıkarmada, istihdam sözleşmesini uzatma ya da uzatmamada, nihai karar verme yetkisinin hemen her konuda tek elde toplandığı bir üniversite işleyişine Ademi Merkeziyetçilik denemeyeceği hepimizin malumu. Buna rağmen YÖK Başkanının Ademi Merkeziyetçilik yaklaşımını cesaret verici bir çıkış olarak görmek gerekmektedir. Akademik özgürlükler ve üniversitenin özerkliği konusunda mevcut iradenin karnesinin kırıklar ile dolu olduğu bir dönemde bu tür çıkışların dibine dökülen ve sönümlenen birer mum damlası olmaktan çıkıp etrafını aydınlatan birer ışık huzmesine dönüşmesi ve devamının gelmesi hepimizin arzusu.

Doçentlik Unvanı Kadro Güvencesi İle Birlikte Düşünülmelidir

YÖK Başkanın açıklamaları ile üniversitelere gönderilerek üzerinde görüş istenilen 7 maddeden bizim anladığımız doçentlik unvanının başvuru esaslarını tamamlayanlara ÜAK tarafından verilecek bir belge ile sabitlenmesi, kadro dahil diğer ölçütlerin üniversitelere bırakılmasıdır. Bize göre asgari koşulları yerine getirmiş, ÜAK’tan unvan ve yeterlilik belgesi almış, aynı zamanda da 12 yıl çalışma süresini doldurmuş kişiler üniversitesinde veya alanında ihtiyaç bulunan diğer üniversitelerde başka hiçbir koşul aranmaksızın doğrudan göreve başlatılmalıdır. Bu kişiler kadroya atanmasalar bile belge almış ve 12 yılı doldurmuşlarsa doçentlerin sahip olduğu haklara (özlük, aylık iş güvencesi vb gibi) sahip olmalıdır.

Doçent adaylarının kaygıları daha çok mülakata dayalı ölçme ve değerlendirme yönteminde yaşanacak olası usulsüzlüklere ilişkindir. O nedenle bu sürecin hiçbir aşamasında mülakatla seçme yer almamalıdır. Yaşanmış on binlerce örnek mülakatın; yeterlilikleri, liyakatı, ihtisas ve uzmanlığı ölçmek ve değerlendirmek yerine başka türden öznellikleri içerdiği yönünde sonuçlar yaşandığını göstermektedir. Unvan alan doçente kadro vermek için mülakat komisyonları kurarak ölçme ve değerlendirme ile eleme ve seçme yetkisini üniversitelere bırakmak zaten var olan “siyasi kadrolaşma” eleştirilerini büyütecektir. Böyle bir uygulama nesnelliğe en çok önemsemesi gereken kurum olan üniversiteleri daha da tartışmalı konuma getirecektir.

Örneğin, herhangi bir alanda ihtiyaç ilanı yapılan üç doçentlik kadrosuna on beş başvuru yapıldığında bu üç kadroyu belirlemenin yolu mülakata dayandırıldığında ne tür ilişkilerin devreye gireceği hepimiz tarafından bilinmektedir. Son dönemde profesörün, doçentin bulunduğu bazı yüksekokul programlarında okul müdürünü yardımcı doçentten, müdür yardımcısını okutmandan belirlemek “siyasi kadrolaşma” iddialarını haklı çıkaran ve sıkça karşılaşılan uygulamalar ile karşılaşılmaktadır Hele belirlenecek komisyon üyelerinin aynı üniversiteden seçilmesi daha büyük haksızlıkların yaşanmasına yol açma ihtimali bulunmaktadır. Bu yöntemle oluşturulan komisyonun (jürinin) bağımsız ve tarafsız olabilmesinin koşulları bugün yok denecek kadar azdır. İlla da mülakat yapacağız ve bu mülakat sonucuna göre doçentlik kadrosu vereceğiz deniliyorsa o zaman, komisyon YÖK veya ÜAK tarafından kura ile belirlenmeli, belirlenen komisyon adayların bulunduğu üniversiteye giderek ölçme ve değerlendirmeyi doğrudan yapmalıdır. Bütün bu süreçler yargının denetimine açık olmalıdır.

Sonuç olarak, yükseköğretimin temel sorunu demokratikleşmedir. Demokratik üniversite talebi salt bugüne dair bir talep olmayıp 12 Eylül 1980’den bu yana sürekli gündem olan bir taleptir. Ancak bugün üniversitelerin içinde bulunduğu durumun dünden daha iyi olduğunu kimse iddia edemez. Üniversitelerin zapturapt altına alınmış ve kuşatılmış olduğuna ilişkin kanaat giderek daha da kalıcılaşan bir algı oluşmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla üniversite ikliminin demokratikleşmesi noktasında atılan ya da atılması düşünülen her adım olumludur. Ancak disiplin işlemlerini düzenleyen yasada yer alan ağırlaştırılmış disiplin hükümleri atılması düşünülen veya atılacağı söylenen Ademi Merkeziyetçi adımlar ile çelişmektedir. Demokratik üniversite yönetme, içinde barındırdığı evrensel ilkeler, temel haklar, düşünce ve ifade özgürlükleri, işleyiş, yasal mevzuat, kurullar, kararalar, yetkiler ve katılım prensipleriyle özdeşleştiğinde bir anlam ifade etmektedir. Bunun dışında söylenenler iyi niyet temennisinden öteye geçmeyecektir. 


Emoji ile tepki ver!

Bu Yazıyı Paylaş :

    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)