adscode
adscode

1996 yılındaki Dünya Gıda Günü Zirvesi hedefleri tutturulamadı

TZOB Genel Başkanı Şemsi̇ Bayraktar, Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Oteli'nde düzenlenen, "Dünya Gıda Günü" etkinliğine katılarak konuşma yaptı.

1996 yılındaki Dünya Gıda Günü Zirvesi hedefleri tutturulamadı
Türkiyeden Haberler

Bayraktar'ın konuşması:

Kurulduğu 1945 yılından bu yana tarımsal üretimin artırılması, açlığın önlenmesi konularında büyük çaba gösteren Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun, kuruluş günü olan 16 Ekim’i, her yıl Dünya Gıda Günü olarak çeşitli etkinliklerle kutluyoruz.

Ülkemizde Dünya Gıda Gününü, bu yıl, FAO’nun belirlediği “İklim değişiyor. O halde gıda ve tarım da değişmeli” temasıyla, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve FAO ile birlikte düzenlemekten onur duyduğumuzu ifade etmek isterim.

Bu işbirliğinden dolayı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanımız Sayın Faruk Çelik’e ve FAO Türkiye Temsilcisi Sayın Yuriko Shoji’ye teşekkür ediyor ve tüm katılımcıları saygıyla selamlıyorum.

TZOB’un eğitim merkezi olarak inşa edilen bu tesiste yapılan ilk toplantımızın Dünya Gıda Günü etkinliği olması da bizi ayrıca memnun etmektedir.

Sözlerime başlarken,

ülke olarak yaşadığımız sıkıntılı günlerin artık tamamen geride kalmasını, ülkemizin dirliğine, düzenine, huzuruna kast eden, birlik ve beraberliğimizi bozmaya çalışan her türlü terör faaliyetinin bir daha yaşanmayacağı, geleceğe umutla bakabileceğimiz günlere ulaşmamızı diliyorum.

 

Sayın Bakanım, FAO’nun Değerli Temsilcisi,

Gıda önemli. İnsanların her gün, üç öğün yeterli gıdaya ulaşması gerekiyor. En temel ihtiyaç... Gıda ve su olmadan yaşamak mümkün değil. Öncelik burada. Diğer bütün ihtiyaçlar bundan sonra geliyor.

FAO;

2050 yılına kadar dünyada gıda üretiminin yüzde 60 oranında artırılması gerektiğini, açlıkla mücadelede sorunun sadece gıda üretimiyle çözülemeyeceğini, gıdaya erişimin en önemli nokta olduğu sık sık dile getiriyor.

Yine, FAO’nun; Roma’da 1996 yılında dünya liderlerini bir araya getirdiği Dünya Gıda Günü Zirvesi’nde, dünyada 850 milyon insanın açlık veya yetersiz beslenmenin etkisinde olduğunu ifade edilmiş ve bu rakamın 2015 yılına kadar yarı yarıya azaltılmasını öngören bir deklarasyon yayınlanmıştı.

Bu deklarasyona karşın, son dört yıl içinde gerçek anlamda ilerleme sağlanmasına ve yetersiz beslenen insan sayısının 70 milyon azalmasına rağmen, 1996 yılındaki Dünya Gıda Günü Zirvesi hedeflerini tutturamadığımızı da görüyoruz.

Demek ki yeterince gayret göstermemiş, gereken adımları atmamışız.

Hala dünyamızda açlık ve yetersiz beslenmeden etkilenen insan sayısı 795 milyonu bulmaktadır. Buna üzülmemek elde değil. Çünkü, dünyadaki açlık temelde küresel üretim eksikliğine dayanmıyor. Gıdanın dağılımında bir sorun var.

Kimi ülke ve bölgeler tüketebileceğinin çok üzerinde gıda üretimi gerçekleştirirken, çoğunluğu Afrika ve Güney Asya’da olan çok sayıda ülke ise yeterli gıda üretimini maalesef yapamıyor. Dünyada bu kadar aç insan varken, kimi araştırmalara göre 600 milyon obez insan da bulunması insanlığın bir başka trajedisi olsa gerek.

Birleşmiş Milletler, daha iyi bir gelecek için hazırladığı 17 hedeften oluşan Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin ilkini yoksulluğa, ikincisini ise açlığa son vermek olarak tespit etti.

21. yüzyılı yaşadığımız bir ortamda hala dünyamızda açlığın olmasını hiç bir şekildi hiç bir şeyle açıklayamayız. Bu durumdan en kısa sürede kurtulmak gerekiyor.

Bu hedefe ulaşabilmek için tüm dünya ülkelerinin çalışması gerekmektedir ve bu çalışmalarda gıda israfının önlenmesine de öncelik verilmelidir. Çünkü dünyada üretilen gıdanın üçte birinin tüketilmediğini, israf edildiğini üzülerek söylemek gerekiyor.

 

Sayın Bakanım, FAO’nun Değerli Temsilcisi, Çok Kıymetli Misafirler,

Son 15 yılda dünyamızda yaşanan açlığın azaltılması önemsenecek bir başarı olmasının yanında açlığın önlenebilmesi için tarımsal üretimde yaşanan mevcut yapısal sorunların da çözülmesi gerektiği de unutulmamalıdır.

Dünyada her ülke kendi tarımını sürdürülebilir hale getirmeli, tarım ve ekonomilerini istikrarsızlaştırmaya yönelik dış etki, politika ve müdahalelere karşı kendi üreticilerini ve tarım sektörlerini korumalıdır. Gelişmiş ülkeler bunu yapmaktadır ve kendi üreticilerini her şartta desteklemektedir.

Konuşmama burada bir parantez açmak istiyorum. Gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere iki üstünlük sağladığını görüyoruz. Bunlardan bir tanesi mukayeseli üstünlük… Yani verimlilik rakamları fevkalade yüksek… Altyapı, yapısal sorunlarını tümüyle çözmüşler birim alanda yüksek verim alıyorlar. İkincisi bu yetmiyor. Mutlak üstünlük sağlıyorlar. Nedir bu mutlak üstünlük? Verdikleri ciddi desteklerle üretimlerini sürekli artırıyorlar.Diğer ülkelere baktığımızda verimlilik problemi var mı? Var. Çünkü yapısal sorunlarını dünyada çözmeyen bir çok ülke var. Bunun mutlak üstünlük noktasında da yeterli sermayeye sahip olmadıkları, bütçe imkanlarından çiftçilerini yeterli destekleyemedikleri için mutlak üstünlük noktasında da rekabet edemiyorlar. Şimdi biz kendi açımızdan baktığımızda, ülkemizi değerlendirdiğimizde, Türkiye yapısal sorunları çözme mücadelesi veriyor. Bir taraftan parçalanmış olan arazilerini bölünmesini önleyerek toplulaştırmaya çalışırken; Toprak Kullanımı Kanunu bu konuda devrim niteliğinde bir kanundur. Türkiye Ziraat Odaları Birliği olarak da bu kanunun çıkması için gerçekten büyük bir destek verdik. Bunun faydalarını, sektöre katılarını önümüzdeki yıllarda hep birlikte göreceğiz. Sulama yatırımlarına Türkiye önem veriyor. Sulama projelerini hızlı bir şekilde hayata geçirmeye, toprağı suyla buluşturmaya çalışıyor. Bu çok önemli… İnşallah bunu da sağlayacağız. Sulanmamış arazilerimizi sulayacağız. Bunun dışında eğitim çalışmalarına önem veriyor. Bunun dışında Ar-Ge’ye daha fazla kaynak aktarmaya çalışıyor. Yapısal sorunlarını çözmek istiyor. Üretim planlaması yapmaya çalışıyor. Sayın Başbakanımız Binali Yıldırım’ın Sayın Tarım Bakanımız ve diğer ilgili bakanlarımızla birlikte Ödemiş’te açıkladığı da bu. Havza bazlı destekleme modelidir. Bu yapısal bir sorunun çözümü için model. Yapısal sorun ne? Üretim planlaması, kaliteli, ihracata yönelik üretim yapamıyorsunuz. Üretirken pazarlayamıyorsunuz. Fiyat istikrarı sağlayamıyorsunuz. Havza bazlı destekleme modelinin açıklaması fevkalade önemli. Türk tarımının önünü açacak bir proje.

Bütün bu yapısal sorunlar maliyet getiriyor mu? Büyük bir maliyet getiriyor. Siz gübreye ne kadar destek verirseniz verin, Türkiye’de yapısal sorunları çözemezseniz onun getirdiği maliyeti bertaraf edemezsiniz. Üretim rakamlarında hedeflere ulaşma şansınız yok. Ya ne yapacaksınız? Desteksiz mi bırakacaksınız? Hayır. Yapısal sorunları çözünceye kadar eğer bütçe imkanlarınız varsa daha fazla destek vereceksiniz. Bizim Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası içinde bulunan ülkeler gibi bir FEOGA bütçemiz yok. ABD gibi de tarıma büyük destek vermemiz mümkün değil. Amadestek vermezsek bu yapısal sorunların getirdiği maliyetle üretimi sürdüremeyiz. Onun için Ödemiş’te açıklanan mazot desteğini ben çok önemsiyorum. Bizim her gittiğimiz yerde çiftçilerimiz bizden bu desteği istiyorlar. En son geçen yıl yaptığımız genel kurulda da ben Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Başbakanımızın önünde bu desteği istediğimizi ifade ettik. Bugün bu paket açıklandı. Sayın Başbakanımıza da bu paketin hazırlanmasında büyük emeği geçen Sayın Bakanımıza da ve bu pakete destek veren ilgili bakanlarımıza da çok teşekkür ediyor, şükranlarımızı arz ediyorum. Allah razı olsun.

Bunları yapmamız gerekiyor. O zaman bizim hedeflerimiz çok daha büyük. Bugün, tarım, 147 milyar liralık katma değer sağlıyor; 248 milyar liralık da üretim değeri var. 55 milyar dolar gayri safi yurtiçi hasılaya katkı sağlıyoruz. Avrupa’da birinci, dünyada 7’ncisiyiz. Bu rakam bizi kesmez. Bizim potansiyelimiz daha yüksek. Yapısal sorunları çözdüğümüzde hedefimiz gayri safi yurtiçi hasılaya 150 milyar dolarlık katkı. Yani 450 milyar liralık bir katkı. Bugün 18 milyar dolar ihracatımız var. Bunda hedef 40-45 milyar dolar. Bu hedeflere ulaşacağımıza biz inanıyoruz.

Gelişmekte olan ülkelerin dikkat etmesi gereken bir koz daha var. Dünya Ticaret Örgütü kararları herkesi bağlıyor. Korumalar kalkmaya başladı. Bazı ürünlerde biz de gelişmekte olan ülkelere karşı korumakta zorlanıyoruz. Gelişmekte olan ülkelere karşı korumalar koymak zorundasınız. İhracat destekleri fevkalade azalmaya başladı. O zaman tarımımızı geliştirmek, dünya ticaretinde gereken payı almak istiyorsak kullanabileceğimiz bir tek enstrümanımız kalıyor. Verimliği yakalamak zorundayız. Koruma yapamadınız, dış destek veremediniz. O zaman verimliliği yakalamadığınız takdirde dünyayla rekabete açamazsınız. Bırakın rekabeti kendi ülkenizin gıda güvencesini sağlamak da tehdit altında olur. Muhakkak surette verimliliği bizim yakalamamız lazım. Gelişmiş ülkeleri de insafa davet ediyoruz. Bugün 7 milyar nüfusu besleyemiyoruz. 2050 yılında bu dünya 9 milyarlık nüfusu nasıl besleyecek? Bu kadar aç insanın olduğu bir dünyada huzur bekleyebilir miyiz? Akşam yatağa girerken bu ülke insanları vicdani açıdan hem kendi güvenlikleri açısından nasıl huzurlu yatabilirler? Dünyanın huzurunu sağlayalım. Herkesin bunun bilincinde olması lazım. Gelişmekte olan ülkelere de farklı bir şekildi bir destek vermek gerekir.

Dünya nüfusunun hızla arttığı, ancak insanları besleyecek tarım topraklarının azaldığı inkar edilemez bir gerçektir. Bu gerçeğe rağmen, dünyamızda Birleşmiş Milletler verilerine göre, her yıl 12 milyon hektar tarım alanının da verimsiz hale gelmesi önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır. Hızla artan dünya nüfusunun 2050 yılında 9 milyarı aşacağı tahmin ediliyor. Nüfus artışının yanı sıra beslenme alışkanlıkları da değişmektedir. Gelirdeki artışla birlikte gıda tüketimi de hızla artmaktadır. Nüfus artışından daha hızlı artan gıdaya olan bu talebi karşılamak için dünya gıda üretiminin 2050 yılına kadar yüzde 60 oranda artırılması gerektiğini FAO söylüyor. Bundan dolayı açlık ve yetersiz beslenmeden en çok etkilenen az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin gıda üretiminde kendine yeterli düzeye gelmeleri fevkalade önem taşıyor. Bu gerçekten hareketle tarım topraklarımızı korunmamız, bize gıda ve su sağlayan her karış toprağımızın değerini bilmemiz çok önemlidir.

Gıda üretiminde yeterli düzeye gelmek açlığı ortadan kaldıracak en önemli unsur olarak duruyor. 21. yüzyılda yaşamamıza rağmen, açlık ve yetersiz beslenme sorununu henüz tamamen ortadan kaldırabilmiş değiliz.

Bugünün dünyasında açlık çeken ve yetersiz beslenen 795 milyon nüfus vardır. Bu kadar nüfus 10 tane Türkiye eder. Buna karşın, açlık çeken ve yetersiz beslenen toplam nüfustaki 70 milyonluk azalma bir Türkiye bile etmiyor. Başka bir söze gerek yok sanırım.

Özellikle son yıllarda dünyada gıda fiyatlarında yaşanan artışlar ve fiyatlardaki dalgalanmalar, fakir ülkelerde gıdaya erişimi zorlaştırmakta hatta kimi zaman imkânsız hale getirmektedir. Günümüzde hala açlık çeken yaşı 5’i bile geçmeyen milyonlarca çocuk var. Büyükleri bir tarafa bırakalım, yaşı 5’i bile bulmayan bir çocuğun açlık çekmesi hangi vicdana sığar?

 

Sayın Bakanım, FAO’nun Değerli Temsilcisi,

Şu kesin ki dünyada gıda fiyatlarının artması, açlığı tetikleyen önemli faktörlerden biridir. Küresel ısınma, kuraklık, gelişmiş ülkelerin tarımsal ürünlerdeki ithalat-ihracat ve korumacı politikaları, talep miktarının artması, sektöre yeterli yatırımın yapılmaması, girdi fiyatlarının artması, tarım ürünlerinin biyoyakıt üretiminde kullanılması gibi birçok etken dünya gıda fiyatlarını etkilemektedir.

Burada, özellikle gelişmiş ülkelerin açlık ve yetersiz beslenme konusunda yeterince hassas davranmadıklarını söylemek zorundayım. Gelişmiş ülkelerin hassasiyeti çok önemli, çünkü dünyada açlığı ortadan kaldırabilecek mali güce ve tarımsal üretime onlar sahipler.

Özellikle azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tarım sektörlerinde yaşanan bir diğer sorun da büyük uluslararası firmaların, geniş tarım arazilerini kiralaması, üretimi gerçekleştirdikleri ülkenin ihtiyacı olan gıda üretimi yerine, sadece dünya piyasalarına dönük ve tek ürüne dayalı, monokültür üretim yapmasıdır. Bu durum üretim yapılan ülkenin tarımında, beslenmesinde sıkıntıya neden olmaktadır. Tarım alanlarının büyük bölümünde tek ürün üreterek bir ülkenin gıda ihtiyacını karşılayamazsınız. Böyle bir tarım politikası olamaz. Böyle bir politikayla azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yeterli beslenme sağlanamaz.

Bu ülkelerle ilgili bir diğer sorun, uzun vadede, “gıda yardımı” adı altında yapılan yardımlardır. Bu yardımlar sonuç olarak ülke tarımında çöküntüye yol açmaktadır. Uzun vadede bu tür yardımlar yerine, tarımı sürdürülebilir kılacak teknoloji ve finansman desteği sağlanması daha faydalı olacaktır.

Gıda fiyatlarını etkileyen önemli etkenlerden biri de Dünya Gıda Günü’nün bu yılki teması olan iklim değişikliğidir.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği iklim değişikliği konu başlığını hep gündeminde tutmuş ve bu yönde çalışmalar yapmıştır. Çünkü değişen iklim, tarım sektörünü büyük oranda etkilemektedir. Birliğimizin, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile 2012 yılında imzaladığı “Kadın Çiftçi Eğitimi İşbirliği Protokolü” çerçevesinde yürütülen 5 ana eğitim konusundan birisi de “İklim Değişikliği ve Kadın” olarak belirlenmiştir. Bu protokol kapsamında yürütülen çalışmalarda 297 uzmana eğitici eğitimi, Türkiye genelinde de 8 bin 568 kadın çiftçiye de iklim değişikliği konusunda hep birlikte eğitim verilmiştir. “İklim Değişikliği ve Kadın” başlığı altında verilen eğitimlerde; bilinçli su kullanımı, modern sulama teknikleri ve nitrat kirliliği gibi konularda çiftçilerin bilinçlenmesi sağlanmıştır.

Yine iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek illerimizden Konya’nın, Karapınar İlçesi Ziraat Odamız, “İklim Değişikliğinin Tarımsal Ürünlere Etkisi Üzerine Bir Araştırma Projesi” yapmıştır. Karapınar Ziraat Odamızın hazırladığı projeyle çiftçilere bilinçli tarım yöntemleri anlatılarak, küresel iklim değişikliklerine karşın geleneksel tarımdan modern tarıma geçiş çalışmalarına ve sürdürülebilir kırsal kalkınmaya destek verilmiştir. Bölge halkının gelir düzeyine ve yaşam kalitesinin artırılmasına katkı sağlanmış, bölge tarım potansiyelinin optimal düzeyde kullanılmasına yönelik amaç ve stratejiler geliştirilmiştirBu proje kapsamında iklim değişikliğinin tarımsal etkileri incelenerek, bölge çiftçilerine ayrıca eğitim verilmiştir.

 

Sayın Bakanım, FAO’nun Değerli Temsilcisi, Değerli Misafirler,

Dünyada gittikçe daha tehlikeli boyutlara ulaşan küresel ısınmanın, dünyanın birçok bölgesinde yağış rejimleri ve buna bağlı olarak ürün desenlerinin değişmesine yol açtığı bilim adamlarınca ortaya konulmuştur. Kuraklık, sel, don gibi tabiat olaylarının olağan dışı zamanlarda yaşanıyor olması, iklimde yaşanan değişikliklerin artık gözle takip edilebilecek kadar arttığını göstermektedir.

Çağımızın en önemli problemleri arasında yer alan küresel iklim değişikliği, bulunduğumuz coğrafyayı da içine alan, yaşamın her alanında olumsuz etkilere sahip karmaşık bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. İklim değişikliğinin insani gelişmede uzun vadeli engeller oluşturacağı ve insanları gittikçe kötüye giden bir yoksulluğa iteceği göz önüne alınmalıdır.

Yapılan çalışmalarda, Türkiye’nin yakın gelecekte daha sıcak ve kurak, yağış miktarı ve şiddeti açısından da daha belirsiz bir iklim yapısına sahip olacağı ifade edilmektedir. Bu noktada iklim değişikliği, sebep ve etkileriyle küresel bir problem olarak algılanmalı ve ülkeler sorumlulukları ve kapasiteleri çerçevesinde küresel bir eyleme geçmelidirler.

İklim değişikliğinin tarımsal üretime etkisi konusunda yapılan çalışmaların büyük çoğunluğunda, şu anda kuru tarım yapılan ve hububat yetiştirilen alanların kuzeye doğru kayacağı tahmin edilmektedir. Verimle ilgili olan çalışmalarda da ürün verimlerinde yüzde 10’lardan yüzde 50’lere kadar azalmalar beklenmektedir. Yapılacak uyum çalışmalarıyla bu verim düşüşlerinin kısmen azaltılabileceği belirtilmektedir.

Çeşitli projeksiyonlara göre iklim değişikliğiyle birlikte tarımsal üretimde, dünyada bazı bölgelerde artış bazı bölgelerde azalışlar beklenmektedir. Karbondioksit artışının olumlu etkisi dikkate alınmadan, iklim değişikliğinin 2003-2080 yılları arasında tarımsal üretimde yapacağı değişime ilişkin projeksiyonda, Türkiye’nin tarımsal üretiminde bir miktar azalacağı öngörülmektedir.

İklim değişikliğinin su kaynakları üzerine de önemli etkileri bulunmaktadır. Miktar ve kalite bakımından yeterli suya erişimin zorlaşacağı da bilinen bir gerçektir. Ülkemiz su zengini bir ülke değildir. Nüfus artışı, tarımda ve diğer alanlarda suyun bilinçsizce kullanımı gibi faktörlerin su kaynakları üzerindeki olumsuz etkileri düşünüldüğünde, gelecek nesillere temiz ve yeterli suyun bırakabilmesi için doğal kaynaklarımızın korunması ve doğru kullanılması fevkalade önemli bir husustur.

Tarım, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden doğrudan etkilenecek sektörlerden biri olduğu gibi bu etkileri asgari düzeye indirecek çözümleri de içinde barındıran bir sektördür. Sürdürülebilir üretim sistemlerinin kurulması için izleme, risk değerlendirme ve etkili önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu önlemler su, toprak ve biyolojik çeşitlilik gibi doğal kaynakların korunması, sürdürülebilirliği ve etkin kullanımına yönelik olması fevkalade önemlidir.

İklim değişikliğinin etkilerinden en erken ve en ağır biçimde etkilenecek olan çiftçilerin korunması ve desteklenmesi için tüm dünyada gerçekçi ve kalıcı politikalar geliştirilmeli, küresel anlamda koordinasyon ve işbirliği sağlanmalıdır.

 

Sayın Bakanım, FAO’nun Değerli Temsilcisi,

Orman alanlarının azalması, toprağın bozulması, uygun olmayan tarım uygulamaları gibi arazi kullanımındaki değişiklikler atmosfere karbon salınımı yapmakta, dolayısıyla küresel ısınmayı artırmaktadırlar. Küresel ısınmanın önlenmesi için enerji ve sanayi üretiminde fosil yakıtların kullanılması yerine daha temiz ve doğayla dost yenilenebilir enerji kaynaklarına hızla geçilmelidir. Tarımda en iyi tarım teknikleri kullanılmalı, orman arazileri ve biyolojik çeşitlilik korunmalıdır.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği olarak, canlıların ormanlara bağlı olmadan yaşayamayacağı bilinciyle, doğal kaynaklarımızın sürdürülebilirliğine destek olmayı amaçlamaktayız. Bu sebeple 2012 yılında Ağaçlandırma Seferberliği kapsamında Orman ve Su İşleri Bakanlığımız ile protokol imzaladık. Söz konusu protokol kapsamında bugüne kadar 972,3 dekarda 54 bin 780 fidanı toprakla buluşturduk. Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin getirdiği şartlar daha da ağırlaşmadan, her yıl ülke çapında çok hızlı ve etkin bir ağaçlandırma kampanyası yürütmek zorundayız. Ayrıca, Araştırma Enstitülerimiz ve Üniversitelerimizin yeni iklim şartlarına uygun ürün desenleri üzerinde çalışmalar yapmalı, Sürdürülen çalışmalar da bir an önce uygulamaya geçirilmelidir.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken, “16 Ekim Dünya Gıda Günü’nü” kutluyor; başta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanımız Faruk Çelik ve FAO Türkiye Temsilcisi Yuriko Shoji olmak üzere hepinize tekrar teşekkür ediyor, açlığın olmadığı, her insanın yeterli gıdaya ulaşabildiği bir dünya dileğiyle en derin saygılarımı sunuyorum.


Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :

Etiketler :

Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)