adscode
adscode

Çocuk Üniversiteleri erken yaşta Bilim’i öğretiyor!

Çocuk Üniversiteleri ile çocukluktan üniversiteye uzanan yol artık çok kısa!

Çocuk Üniversiteleri erken yaşta Bilim’i öğretiyor!
Eğitim
Hatırlayın, hepimizin çocukluk ve ergenlik hayallerini süsleyen nihai yerdi üniversite…
Kimimiz için yeni hayallere ve yeni bir yaşama ulaşmanın en sağlam, en ahlaki ve en yasal boyutu iken, kimimiz içinse 18 yaş hayallerinin ete kemiğe bürünmüş haliydi…
Kütüphaneler, labaratuvarlar, amfiler, kampüsler, kafeteryalar, sosyal kulüpler, sağlıklı sosyal ilişkiler ve dahası…
İlkokul, ortaokul ve lise dönemlerinde ulaşamadığımız bir sürü fırsata ulaştığımız, edinemediğimiz bir sürü beceriyi edindiğimiz, dinlendiğimiz, sorumluluklarımızı daha fazla bildiğimiz, birey olduğumuz ve biz olduğumuz yer!
Bir yandan da bize ‘’prestij’’ kazandıran bir etiket mekanizması. Çok net hatırlıyorum, lise sonda okulda öğretmenlerimiz tarafından, arkadaşlar bu yıl çalışan kazanacak, nitekim kazanamayanlar otogarda, üniversiteyi kazanan arkadaşlarının arkasından el sallayacak, tarzında muhabbetler yürütülürdü.
Kendince öğrencilerini motive etmeye çalışan öğretmelerimizin de aslında, bizde yaratmak istedikleri algı ‘Üniversite yaşamı’nın ne kadar önemli olduğuydu belli ki. Zaten o zaman üniversiteler gezdirilip, imkanları, olanakları ile öğrenciler tanıştırılabilseydi eminim, korku ve strese dayalı bir motivasyondan ziyade, bizlerde de tutkuya dayalı bir motivasyon oluşturulmuş olurdu.
Bu sebeple öğrencilerini daha ortaokul ve lisede iken üniversitelerin kampüsleri ve olanakları ile tanıştıran, üniversitelerle işbirliği yapan öğretmenlerimizin yeri bizim için çok başka! Çünkü öğrencileri yükseköğretime özendirmenin yolu onları erken yaşlarda ‘’üniversite’’ ile tanıştırmaktan geçiyor.
Hele ki, söz konusu sosyo-ekonomik, kültürel vb. açılardan dezavantajlı olunan öğrenciler ise durum daha da önem kazanıyor. Nitekim SIS Catalyst (Science in Society, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen, Liverpool Üniversitesi üzerinden yönetilen ve resmi / sivil eğitim kurumları ve organizasyonlarını, kültür / bilim kurumlarını ve uzman danışmanları bir araya getiren, Avrupa Birliğinin “Mobilisation and Mutual Learning” karşılıklı öğrenme ve seferberlik programı niteliğinde bir yapılanmadır) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, sosyo-ekonomik açıdan iyi durumda olan bir bölgede 10 çocuktan 8 yüksek öğretime devam ederken, sosyo-ekonomik açıdan iyi durumda olmayan bir bölgede ise 100 çocuktan sadece 8 yüksek öğretime devam edebilmektedir.

Bu durumun sebeplerine baktığımızda yaşanılan yer, ailenin geliri, cinsiyet, anne-baba eğitim düzeyi gibi bir çok sebep sıralayabilmemiz mümkündür. Fakat psikolojik açıdan ele aldığımızda tüm bu sebeplerin aslında temelde oluşturduğu durum olarak ‘’Tutum’’ u gösterebiliriz.

Eğer bizler bireylerde 11 yaşa kadar derslere, bilime ve üniversiteye karşı sağlıklı bir tutum oluşturamazsak, sonrasında dış etkenlerle oluşturmaya çalıştığımız motivasyon maalesef ya çok az etkili olmakta, ya da aynı şekilde dış odaklı bir tutum oluşturmaktan ileriye gitmemektedir.

Belki de bu yüzden, Nobel ödülleri, Dünya’nın en seçkinleri kavramları bizler için bir ütopyadan öteye gidememektedir.

Nitekim Bağımsız Eğitimciler Sendikası’nın “Genç nüfusu iyi anlayabiliyor muyuz, gençlerimizi geleceğe iyi hazırlayabiliyor muyuz?” sorularına cevap bulmak amacıyla yaptığı anket, gençlerin özgüvenlerinin “maddi güce” bağlı olduğunu ortaya koymuş, ankette yer alan “Bir kişinin kuvvetli bir özgüvene sahip olması için en çok neye ihtiyacı vardır?” sorusuna, gençlerin yüzde 19,1’lik bir çoğunluğu “maddi güç” derken, yüzde 15,15’i “bilgi birikimi”, yüzde 12,94’ü “güçlü aile”, yüzde 12,06’sı ise “liderlik” dediği belirtilmiştir.
Buradan da anlaşılacağı gibi ülkemizde bireyler maddi güç ve sermaye gibi dışsal kaynakları hayatın her aşamasında birinci plana koymakta ve içsel, bireysel gelişimlerinin önemini maddi güce oranla daha geride tutmaktadırlar. Bu ve bunun gibi birçok araştırmada gençlerin yaşam amaçlarının daha çok maddi özelliklerle ilişkilendirildiğini ortaya koymaktadır.
İşte tüm bunlardan dolayı ‘’bilimin ve bilginin’’ toplumda kendine daha fazla yer bulması gerekmektedir. Konuyla ilgili olarak, Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesinden Peter Gray (2014) , bilimin sadece Matematik ve Fen olarak algılanmaması gerektiği, daha araştırmaya dayalı olarak ilerlemesi gerektiği, üniversitelerin artık Sciencetograt yani bilim aristogratlarını değil gerçek bilim adamlarını yetiştirmesi gerektiğinin vurgusu yapmakta, bunun için de yeni bir kapasite yaratmanın ve toplumla bilimi buluşturacak yenilikçi yolların bulunması gerektiğinin altı çizmektedir. Ancak, bilimde ilerlenerek, endüstriyel ve sosyal zorluklar aşılabilinecektir.

 BİLİM VE SANAT’I ERKEN YAŞTA ÖĞRETİYOR
Bu noktada devreye girebilecek en önemli mekanizmalardan birisi ÇOCUK ÜNİVERSİTELERİ’dir. Çocukları erken yaşta bilimle ve sanatla tanıştıran, bilime karşı olumlu bir tutum kazanmalarını sağlayan, üniversite kavramını onlarda somutlaştıran, onların daha etkili ve yaratıcı düşünebilmelerine katkı sağlayan, yaparak yaşarak öğrenerek sadece bilen değil uygulayanlar olmalarına destek veren çocuk üniversitelerinde her çocuğun rengi ve sesi özeldir.
Akademisyenler, deneyimlerini en eğlenceli haliyle, aktararak çocuklara rehberlik eder, çocuklarda bilim ve sanata karşı merak uyandırırlar.
Dünya’da bu yapılanmanın durumuna baktığımızda Çocuk Üniversitesi ismiyle kurulan yapılanmanın ilk olarak Birmingham’da 1990’lı yıllarda Sir Tim Brighouse ve Sir David Winkley isimli iki Eğitim profesörü tarafından ‘’Cumartesi okulları’’şeklinde kurulmuşlardır. 2011 yılları boyunca da çocuk üniversiteleri İngiltere’de 70 bölgede, İskoçya’da, Galler’de, Almanya’da, Belçika’da, İtalya’da, Kanada’da, Kıbrıs’ta ve ülkemizde kurulmaya başlanmıştır.

ÜLKEMİZDE ÇOCUK ÜNİVERSİTELERİ
Ülkemizdeki duruma baktığımızda 20 tane Çocuk Üniversitesinin varlığından söz etmek mümkündür. Hepsi bir yönüyle ilk olmakla övünen çocuk üniversitelerimiz, yapı ve işleyiş itibari ile de birbirlerinden farklılık göstermektedirler.
Bir kısmı dönemsel periyodlarla, proje katkılarıyla 5’er günlük programlar açarken, bir kısmı sadece yazları ve on beş tatiller de, bir kısmı ise yıl boyunca sürekli olarak faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bir kısmının ise maalesef sürdürebilirliği sağlanamamış ve bir iki dönemlik çalışmadan sonra pasifize olmuşlardır. Her programa katılım şartları farklı olmakla birlikte, genelde gönüllü olan herkes bu eğitimlere katılabilmektedir.
Bu eğitimler ücretli ve ücretsiz olabilmekte, bu durum genellikle üniversitelerin aldığı proje desteklerine göre değişebilmektedir. Genellikle proje desteği ile yola çıkılan çocuk üniversitelerinde ise sürdürülebilirliğin sağlanması noktasında sıkıntılar yaşanmakta, bu sebeple üniversiteler sponsor arayışına girişmektedirler.
Bunların dışında ülkemizde en çok dikkat çeken , üstün zekalı ve yetenekli çocuklara özel programlara da yer verilmesidir. Üstün zekalı ve yetenekli çocuklara özel olarak yer verilmesinin sebebi, açıklanan stratejik plan ve üstün zekalılara yönelik verilen proje destekleri olabilmekle birlikte, esas sebep bu öğrencilerin bu tarz okul dışı farklı öğrenme ortamına ve kendilerini zihinsel olarak zorlayıcı etkinliklere ihtiyaç duymalarıdır. Üniversite akademisyenleri onlar için doğal bir mentor, yani ilgi alanlarında deneyimli bir rehber olabileceği gibi üniversite ortamları da bu öğrencilere farklı, doyurucu ortamlar sunarak onların yaratıcılığını ortaya çıkarabilmeleri için etkin alanlar sunmaktadır.
Özellikle Amerika’da çocuk üniversitesi kavramı kullanılmamakla birlikte, ABD bu tarz eğitimlere çok daha erken 1980’li yıllarda Yetenekli Çocuk Eğitim Merkezleri veya Zenginleştirme Okulları, Cumartesi Okulları şeklinde üstün yeteneklilerle başlamış, günümüze kadar da bu eğitimlerini devam ettirmektedir. Çocuk Üniversiteleri ve bu tarz zenginleştirme etkinliklerinin farkına baktığımızda özellikle ABD modelinin çocuk üniversitelerine göre daha üst düzey akademik, daha sistematik ve daha uzun süreyi içeren eğitimler olduğunu ve daha bilgi-beceri odaklı olduğunu; Çocuk üniversitelerinse daha çok tutum oluşturmaya odaklanan, daha çok çocuğa ulaşma amacını güden ve daha çok bilimi ve yükseköğretimi sevdirmeye yönelik yapılanmalar olduğundan söz edebiliriz.
Türkiye’deki yapılanmaları ele aldığımızda ise her ne kadar hepsininin adı Çocuk Üniversitesi olara lanse edilse de, genel itibariyle hem ABD modelini hem de Avrupa modelini içeren karma yapıların varlığından söz etmemiz mümkündür. Nitekim bu da üniversitelerin yapısına, olanaklarına ve ve yerel bölgenin ihtiyaçlarına göre değişkenlik göstermektedir. Yapısı ve modeli ne olursa olsun, amacı ‘’Bilimi sevdirmek ve toplumda bilim aktivitelerini yaygınlaştırmak ’’olan çocuk üniversiteleri, ortak akıl platformları oluşturarak, önümüzdeki yıllarda daha da gelişecek ve güçleneceklerdir.
Yrd.Doç.Dr Ayşin KAPLAN SAYI İstanbul Aydın Üniversitesi Çocuk Üniversitesi Müdürü- SÖZCÜ

 

Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :

Etiketler :

Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)