adscode
adscode

Duru Sularda Öğrenciydik!

Biz şanslı olanlardık… 80’li yılların ikinci yarısında başlamıştı okul hayatımız.

Duru Sularda Öğrenciydik!
Genç Blog

Kurşun kalemlerimizin, yeşil renkli silgilerimizin, sırt çantalarımızın ‘markası’ pek mühim değildi o zamanlar...

Yeri geldi yamalı önlükle, yeri geldi yırtık ayakkabıyla gitmek zorunda kaldık, ama ne bizim zorumuza giderdi, ne de arkadaşlarımızın dikkatini çekerdi.

Siyah önlüğümüze iliştirilen mendil ve yakamızda ki oyanın beyazlığıydı mühim olan. Bakımlı saçlarla, kesilmiş temiz tırnaklarla, ilgiçli defterlerle  okula gitmek bir zaruriyetti.

Her sabah heyecanla erkenden uyanıp, okutulan Andımız’da en ön sırada yer almak için yarışırdık. Belki de ezberlediğimiz ilk dizelerdi onlar.  Neden okutulduğunu idrak ettiğimiz her geçen gün daha da gür çıkardı sesimiz.

Sosyalleşirken farkında olmadan edindik disiplini. Öğreticisi ‘SAYGI’ olan, kendiliğinden gelen bir özdisiplin ve sorumluluk bilinciydi bize kazandırılan. Temeli sağlam atıldığından hayatımız boyunca aynı şiddetle devam eden bir davranış biçimi oldu sonrasında.

Öğretmenimiz öylesine değerliydi ki bizi onurlandırması için öğrendiklerimizi en iyi şekilde sergilemekti tek derdimiz. Ona yapılan saygısızlığın cezası ise fazladan ödev yapmaktı.

Her şeyimizle öğretmene emanet edildiğimiz yıllardı…

Başarı, önlüğümüze iliştirilen kırmızı kurdele ve en sevdiğimiz hikaye kitaplarıydı.

Ders kitaplarımızda ki konuları hayata uyarlayan öğretmenlerimizin anlattığı küçük hikayeleri, teneffüs aralarında arkadaşlarla, okul çıkışında ev halkıyla paylaşmak için sabırsızlanır;  her anlatışta aklımızda daha da pekişen hikayenin öğretisini hiç unutmazdık. Biz böyle öğrendik yağmurun nasıl ve neden yağdığını; varlığın doğada ki yerini, varoluş nedenini. Böyle sorguladık, anlamlandırırdık zamanı.

Yoksunluktu bizi üretmeye zorlayan. Düşlediklerimizin yaratıcısı sadece bizdik. Biz kurardık oyunumuzu; kurallarını da yalnızca biz belirlerdik.

Okuyabildiğimiz az sayıda kitapla kurardık hayal dünyamızı. İlk başlarda bir görev bilinciyle başlayan okuma seansları sonra giderek uzamaya başlardı. Kimi zaman sınıfımızda yaptığımız hızlı okuma yarışlarının hırsıyla; kimi zamanda arkadaşımızın anlattığı kitap özetlerinin merakıyla...

Ders kitaplarını işlerken ise  konuların yoruma dayalı değerlendirmeleri olurdu.  Sınavlarda  uzun cümleler kurma yasağımız yoktu. Aksine uzun cümleler kurmamız istenir, yorumlarımız ölçülürdü. Konuyu anlamayan,  yapılan değerlendirmelerde başarısız olan arkadaşlarımıza öğretmenlerimiz ‘ücretsiz’ ek dersler verir; sınıfı eşit düzeye getirebilmek için çabalardı.

Eve verilen ödevlerde okuma ya da yazma ödevleri dışında hayata dair başka sorumluluklar da vardı; gözlem ve araştırma yapmamız istenirdi.

Ders sadece dersliklerde değil havaların güzel olduğu zamanlarda ilgili konuya uygun mekanlarda işlenirdi.

Okulumuzun dış mekanını ağaçlandıran, baharda çiçekler eken yine bizlerdik. Ailelerimiz değil şikayetçi olmak, bununla gurur duyardı.      

Sınıf öğretmenlerimiz ayrıca rehberlik hizmeti görürdü; teneffüs aralarında sorunlarımızı dinler her hafta sonu yapılan veli toplantılarında bu sorunlardan aileler de bilgilendirilirdi. Veli toplantıları öylesine önemliydi ki aileler mutlak bir katılım gösterirdi.

Kızlı erkekli doluştuğumuz sıralarda örtülecek bir ayıbımız da olmadı bizim!

Yumurta kokan beslenme çantalarımızda evde hazırlanan öğle yemeklerimiz dışında hazır gıda tüketilmez, okul içinde satılmasına da asla izin verilmezdi. Okulda belirli günlerde poşet poşet kuruyemiş dağıtılırdı. Çoğunlukla fındık yediğimizi hatırlıyorum.( Yıllar sonra öğrendim ki onlar da bize Çernobil’den hatıraymış. Umarım sadece kötü bir iddiadır.)

Kimsenin kimseden üstün bir zekası yoktu; ‘ayrı sınıfta özel eğitim görmeyi gerektiren’. Bizde sınıfın çalışkanları ve tembelleri olurdu.  Sonrasında güya yüksek okul puanıyla öğrenci seçen özel kurumlar açılmaya başladı. Oraya gidenler üstün zekalı bizler ise devletin sıradan okullarında sıradan öğrenciler olarak kaldık.

Zeka seviyemiz de iş garantimiz de  babamızın cebinde ki parayla eşdeğerdi artık.  

İşte o zaman bozuldu masumiyetimizin bekareti…

Çıktığımız suya tekrar dalış yapmak istedik. Ama nafile… Her dalış bulandırdı suyumuzu.

Şimdi  ise suyu bulandıran suçluyu arıyoruz…….

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :


Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)