adscode
adscode

Ş Kuşağı: Halis Muhlis Türk Kuşakları

Akın Başal‟ın hazırladığı “Ş Kuşağı” kuşak meselesine yerel perspektiften bakıyor.

Ş Kuşağı: Halis Muhlis Türk Kuşakları
Haftanın Kitap Önerisi

ŞIMARTILMIŞ ÇOCUKLAR KUŞAĞI
 

Bugünün gençleri lüks ve gösteriş düşkünü, saygısız, başkaldıran, geveze ve doyumsuzdur. ( Sokrates, M.Ö 470-399)

 

 

- Yeni nesil gençler çok hızlılar, bilgisayarı falan gözü kapalı kullanıyorlar.

- Bu çocuklar bir harika, aynı anda 3 iş yapabiliyorlar.

- Yaptığı işe inanırsa –inandırabilirsen- harikalar yaratıyor…

- Yeni nesil hakkını arıyor kardeşim, şirket ona kötü davranınca veriyor mahkemeye, basıyor istifayı…

- İşe aldığım genç çok tecrübeli, son 3 senede 4 kez iş değiştirmiş…

- Kılık kıyafet yeni nesil için anlam ifade etmiyor, onlar olayların özüne inanıyorlar, şekillere değil. 

- Adam diyor ki haftada 40 saat mi çalışacağım, o zaman bırakın o 40 saati ben belirleyeyim, performansım düşmediği sürece, hangi saat aralıklarında ve nerede çalıştığım kimin umurunda.

- Yeni nesil rekabete bayılıyor, zaten hayatları yarışmakla geçti. Her şeyi yarış haline getirin, bakın ne harikalar yaratacaklar.

 

Bir babanın itirafları: 

Mehmet Bey, 45 yaşında. Elektrik mühendisi. Evli ve bir oğlu var.
"Onu dünyaya getirdiğimiz için elimizde avucumuzda ne varsa ona sunmamız gerektiğini düşünüyor. Bunu bir hak olarak görüyor. İşe direk müdür olarak başlamak istiyor, çünkü gittiği özel okullarda hep kulüp başkanlığı yapıyordu. Zaten onun okulunda herkes bir şeylerin başkanlığını yapıyordu. Para vermesek olmuyor. Arkadaşlarının yanında küçük düşmesin, kendini bizim gibi fakir hissetmesin diyoruz. En pahalı cep telefonları, en pahalı spor ayakkabıları alıyoruz. Neredeyse bir asgari ücret kadar harçlık veriyoruz ama üstüne bir de surat çekiyoruz. Çok yanlış yaptık çok. Kaş yapalım derken göz çıkardık. Ortasını bulamadık anlayacağın. Sanırım siz şimdi bu çocuklara, Y kuşağı diyorsunuz.” ( "Ş Kuşağı"- Sayfa 21 - Akın Başal Eğitim danışmanlığı ve yayıncılık, 2014)

Çocuk-erkil aileler!

Çocuklu ailelerdeki büyükler bilirler, 2000 yılından sonra büyük şehirlerde ve tek çocuk yapan ailelerde, artık evde anne babanın değil çocuğun sözü geçiyor. Evi neredeyse çocuk yönetiyor. Yüzlerce çeşit oyuncak dolaplardan taşıyor. Hayat tamamen çocuğa, onun isteklerine ve keyfine göre programlanıyor. 

İlk bakışta modern bir yaklaşım gibi görünen, çağın gereklilikleri diye tanımlanan, biraz da eski kuşakların “Ben çektim çocuğum çekmesin” bakış açısıyla soslanmış bu durum, hayatın içinde kendi hızında akıp giderken, şimdilik kimse 10-15 yıl sonrasını umursamıyor.  

Hiç düşündünüz mü? Özellikle şımartılan, bir dediği iki edilmeyen bu çocuklar, gelecekte tek başlarına hayata atıldıklarında ne olacak?

Özel ilköğretim okullarında okuduktan sonra, özel üniversitede ailesinin çoğu zaman imkanlarını zorlayarak gönderdiği ayda yaklaşık 4000-5000 TL ile okumuş bir gencin, mezun olduktan sonra 1750 TL maaşla işe başlayıp, o işte mutlu, verimli ve kalıcı olması, hayattan zevk alarak, günlerini sağlıklı bir ruh haliyle tamamlaması, sizce mümkün mü? 

Nüfus kışına giriyoruz !

Ülkemizin demografik ve ekonomik geleceğiyle ilgili rakamlara dayanan gerçek bir durum var; 

“Hacettepe üniversitesinin 2008 yılında yayımladığı rapora göre Türkiye'de doğurganlık oranı 2,16 dır. Rapora göre bu rakam "Geri dönülemez" noktadır. Nüfusumuz önümüzdeki yıllarda hızla yaşlanacak, sosyal sigorta sistemi büyük açıklar verecek, yaşlı bakım evleri, sağlık ve emekli maaş harcamaları ciddi sorun olmaya başlayacak.”

Yani, böyle giderse ( batılı aileler tek çocuk yapmaya devam eder, boşanma oranları aynı hızla artmaya devam ederse ) ülkemiz kısa süre sonra nüfus kışına girecek ve yaşlılık sendromuyla boğuşmak zorunda kalacak. Konfor içinde yaşamış ve hiç zorluk görmemiş yeni nesil çocuklarımızı, çok zor bir gelecek bekliyor diyebilir miyiz?

Duygusal zekasız olmaz mı?

Tek çocuklu aileler ve şımartılan çocuklarla ilgili Psikiyatr Dr. N. Mustafa Merter, “Ben Nesli” kitabının önsözünde şöyle diyor;

“ABD’den başlayarak, tüm dünyaya yayılan, tarihte eşi benzeri görülmemiş, kitlesel bir yozlaşmayla karşı karşıyayız. Geleceğin teminatı olan genç nesil şaşırtıcı bir hızla dengesini kaybediyor, ciddi manada ruh sağlığını yitiriyor.

(…)

Anlaşılan şu ki, acil tedbirler almazsak gittikçe yalnızlaşan, aşırı bencil, zevkperest, kaygılı, öfke ve nefret dolu bir insanlığa doğru doludizgin gidiyoruz. 

Bu çocuklar evlenmeyecek, aile kurmayacak, istikrarlı bir şekilde çalışmayacak ve medyanın onlara sunduğu hayalî değerlerle yetinecekler. 

Tüm dünya sessizce ama kesin bir şekilde açık hava tımarhanesine dönüşüyor...”

Biz de, gelecekte, 2000 yılından sonra doğan ve sözde sevgimizi göstermek adına aşırı konfor verdiğimiz, bu yüzden de azim, sabır, zorluklarla mücadele, zor durumlara adaptasyon gibi duygusal zeka becerilerinden eksik bırakarak büyüttüğümüz çocuklarımızın,  ülkemizi kalkındırmasını ve biz yaşlılara bakmasını isteyeceğiz. 

Onlardan, bence, cumhuriyet tarihimizin en büyük sorumluluğunu almalarını bekleyeceğiz. 

Ne dersiniz? Baş edebilecekler mi?

Peki, ne yapmalı? 

Bana sorarsanız, öncelikle eğitim sistemimizden başlamalı, çocuklarımızı 2050 yılında sapasağlam ve güçlü bir şekilde var olabilmeleri için bütün sistemi yeniden ele almalıyız. Aile, çocuk yetiştirmek,  öğretmenlerimizin ve okullarımızın gelişimi, evlilik kurumu, doğurganlık oranı vb. bugünlerde birçok kişinin demode bulduğu kavramları yeniden modernize ederek şekillendirmeli, toplumsal bir bakış açısı oluşturmalı, bir yol çizmeli ve yolumuzu aydınlatmalıyız. 

İş dünyası da bu konuya özellikle önem vermeli ve eski ve yeni kuşakları bir araya getirip tüm “ İş yaşamında motivasyon ve mutlu, huzurlu ve verimli çalışanlar” teorilerini yeniden ele almalı. Doğru işe doğru kişiyi seçme, kuşaklar arası iletişim, çalışan sirkülasyon oranları gibi konuları yeniden ele almalı. Hiç çekinmeden eski yöntemleri tek kalemde silip hemen yenilerini yazmaya başlamalı. Kazan-kazan anlayışına dayalı, çalışanlarımız şirketimizin en değerli kaynağıdır penceresinden ( gönülden!) bakarak, insan merkezli yeni yaklaşımlar üretmeli. Bu gençlerin iyi yanlarını ve yetenekleri ortaya çıkarabilecek, yeni insan kaynakları yönetimleri oluşturmalı. 

Çünkü eğitmenlerin pek sevdiği o ünlü söz şöyle diyor;  “ Ne en büyük, ne en zeki ne de en güçlüler ( ne de özel okullarda okuyanlar ) ayakta kalır. Sadece zorluklarla mücadele ederek, ortama en iyi adapte olanlar ayakta kalacaklar.”

Aydınlık, güzel bir gelecek dileğiyle.

 

AKIN BAŞAL

Eğitim Danışmanı /Yazar ( 4 yaşındaki POYRAZ’ın Babası  )

www.skusagikitap.com

www.akinbasal.com


Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :

Etiketler :

Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)