adscode
adscode

BEYİN TEMELLİ ÖĞRENME MODELİ

İçinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli özelliği, yaşamın her alanında hızlı değişim ve dönüşümün olmasıdır. Bilgi çağı ya da bilişim çağı olarak da tanımlanan bu yüzyılda her alanda olduğu gibi öğretim alanında da değişim ve dönüşüm kaçınılmazdır.

ikegitmeni@hotmail.com




Yazının başlığı okunduğunda birçok okuyucu şu soruyu sorabilir: Her öğrenme beyin temelli değil midir ya da beyin temelli olmayan öğrenme mi var? Elbette ki öğrenme beyin eksenli aktiviteler yardımıyla olur. Zihinsel aktivasyonun olmadığı hiçbir eğitim faaliyetinde öğrenme gerçekleşmez. Ancak öğrenme ve öğretmede beyinin özelliklerini ve fizyolojisini ne kadar biliyoruz?

 

Eğitim sistemindeki sorunların çözümüne ilişkin tartışmalar genellikle sistemsel değişim ve dönüşüm ihtiyacı doğrultusunda devam etmektedir.  Eğitimde sorunların çözümünde öğretim yöntem ve teknikleri, önceki yıllarda hep tartışılan konuların başında gelirken son yıllarda fazlaca de değinilmemektedir. Eğitimde sorunların çözümünü, sistemsel boyutuyla ele alma alışkanlığı devam etmektedir. Eğitimde sistemsel değişim ve dönüşümler ise çok maliyetli olmaktadır. Eğitim sistemimizde tartışılması gereken en önemli konuların başında, bilgi çağının öğretim yöntem ve teknikleri gelmelidir. Bilgi çağında, bilgi fırtınası ya da bilgi bombardımanı altında olduğumuz ifade edilirse hiç de yanlış olmaz. Peki, öyleyse bilgi çağında eğitim sisteminde öğretim yöntem ve teknikleri nasıl olmalıdır?

 

Bilginin hızla tükendiği ve yenilendiği günümüz bilgi teknoloji çağında, “sinirbilim” ya da İngilizcesi “Neuroscience”  alt bir bilim dalının gelişmesi önemlidir. Sinirbilimin eğitim öğretimdeki yansıması ise “beyin temelli öğrenme” dir.  Peki, beyin temelli öğrenme nedir? Beyin temelli öğrenme, sinirbilim (neuroscience) araştırmalarının bulgularına göre beynin yapısına ve işlevine dayalı olarak beynin nasıl çalıştığını anlayarak öğrenme ve öğretmeyi en üst düzeye çıkarma anlayışı olarak tanımlanabilir. Beyin temelli öğrenme, öğrenme için beyinin işleyiş kurallarının dikkate alınması ve öğrenmenin zihindeki öğrenme kurallara göre örgütlenmesinin içermektedir. Beyin temelli öğrenmede,  öğrenmenin merkezi olan beyni tanımak, öğrenmenin ve öğretimin ilk hedefidir.

Öğretim yöntem ve teknikleriyle ilgili tartışmalar, aslında formal eğitimin ilk çıktığı antik Yunan döneminden günümüze kadar farklı boyutlarıyla hep devam etmiştir. Eğitimdeki öğrenme kuram ve tekniklerin birçoğu bu arayışlarla ortaya çıkmış ve günümüze kadar gelmiştir. Öğretim yöntem ve teknikleriyle ilgili arayışlar sürerken öğretmen anlatır öğrenci dinler, öğrenen öğrenir öğrenemeyen başının çaresine bakar uygulamaları ise geçmişten günümüze kadar devam eden en eski öğretim yöntemi ve tekniğidir. Ancak eğitim kalitesi söz konusu olduğunda, farklı eğitim ortamları, öğrenci sayısı, fiziksel ve teknolojik imkânlar, öğretimde en önemli etkenlerden olsa da öğretimde öğrenci motivasyonları, bir türlü aşılamayan önemli değişken olarak karşımızda durmaktadır.

 

Nöropsikoloji'nin babası olarak bilinen Donald Olding Hebb, beyindeki devrelerin çalışma şekli bilinmeksizin öğrenmenin doğasının anlaşılamayacağını savunmaktadır. Hebb, beynin insan zekâsının, güdülenmenin ve öğrenmenin merkezi olduğunu savunmaktadır. Öğrenme, eğer canlı bir dokuya sahip olan beyinde gerçekleşiyorsa, beynin öğrenmeden önceki ve sonraki yapısı arasında farklılık olmalıdır’ düşüncesinden hareket eden Hebb, öğrenme sonucu beyinde fizyolojik değişiklikleri araştırmıştır.  Düşünme ve öğrenme ile ilgili araştırmalar, insanların algılama, düşünme ve öğrenme yöntemleri arasında önemli farklar olduğunu ortaya koymuştur. İnsanların kiminde görüntüler, kiminde sesler, kiminde hissettikleri duygular, kiminde koku ve tatlar ön plana çıktığı görülmektedir. Beynimiz iç içe üç bölüm halindedir. Beynimizin orta beyin kısmında yer alan “hipokamp” “hafızanın merkezi” durumundadır.  Bu merkez “beynin yazıcısı” gibi faaliyet göstermektedir. Bilgilerin kalıcı hafızaya geçip, geçmeyeceğine karar veren bölüm “hipokamp” tır. Hiokamp, beynimiz uyuduğumuz zamanlarda bile sürekli bilgi toplamaktadır. Bilgiler “hipokamp” da en fazla 30 dakika tutulmaktadır. İnsanlar bilgileri önem derecesine göre “hipokamp” da kısa süre tutabilir. Beynimizin sakladığı bu bilgiler, önem derecesine göre ya kısa sureli belleğe ya da bilinçli olayların gerçekleştiği çalışan hafızaya gönderilmektedir.  Eğer kişi bu bilgiyi önemserse bu bilgi uzun süreli belleğe geçer ve burada yer edinmesi için en az yirmi dört saat içinde tekrar edilmesi gerekmektedir. Merak ve ilgi duyulmayan, önemsenmeyen ya da kişilerin duygularını hareketlendirmeyen olay ve bilgiler düşük frekanslı elektrik dalgalarına benzetilebilir.  Öğrenmenin oluşması için nöronlar arasında zayıf sinaptik bağlar oluşur ve beyin korteksinde kayıt işlemi gerçekleşmez. Beynimizin dış beyin kısmını teşkil eden korteks, beynin düşünen, konuşan, yazan, yeni buluşlar yapan, merak eden, plan yapan, öğrenmenin, zekânın ve hafızanın oluştuğu bölüm olup, sınırsız bir kapasiteye sahiptir. Bu bilgilerden yola çıkarak beynin bir bilgiyi kalıcı hafızaya geçirmesi için konunun ilgi çekici hale getirilmesi gerekmektedir. Yani öğrenciyi bir konuya önce motive edip sonra bir takım bilgiler verilmesi öğrenmenin tam gerçekleşmesi için şarttır.

Beynimizin yapısı, genel olarak iki yarım küre ve dört lobdan oluşmaktadır. Sağ yarım küre, resimlerle düşünme, ses tonu ve duyguların oluştuğu bölgedir. Beynimizin sol yarım küresi ise mantıksal sıralama ve karar vermede etkilidir. Beynimizin sağ ve sol yarımküreleri arasındaki iletişimi sağlayan kalın bir sinir lifi demeti de “nasırsı madde”  olarak tanımlanır. Yaklaşık 250 milyon sinir lifinden oluşan “nasırsı madde” bir yarım kürenin diğerinin yaptığından haberdar olmasını sağlar.  Beyin üzerine yapılan araştırmalar, insanların beyinlerinin bir bölümünü daha sık olarak kullanmasını ifade etmek için beyin baskınlığı kavramı kullanılmıştır. Öğrenme-öğretme sürecinde yapılan bu tespitler ile beyin temelli öğrenmeyle anlamlı öğrenmenin sağlanabilmesi için öğretmenlerin, öğrencilerin beyin baskınlıklarını dikkate alarak dersi işlemelileri gerektiğini ve ona göre etkinlikler ve materyaller hazırlamaları gerektiğini ortaya koymaktadır.  Öğrenme ve öğretme süreçlerinde beyinin sağ ve sol yarım kürelerinin de etkili olması için “nasırsı madde” kısmını harekete geçirilmesi gerektiği bilimsel araştırmalarla ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, öğretmenlerin eğitim öğretim faaliyetlerinde “nasırsı maddeyi” harekete geçirecek faaliyetlere ağırlık verilmeleri gerektiği ifade edilmektedir. Örneğin kitap okuma etkinliği beynin her iki kısmını hareket ettiren önemli bir faaliyettir.

Beyin temelli öğrenme hem Hebb hem de Caine&Caine tarafından ortaya konulmuştur. Beyin temelli öğrenmede amaç,  bilgiyi ezberlemek yerine bilgiyi anlamlı olarak öğrenmektir. Beyin temelli öğrenme anlayışındaki en önemli ilkelerden biri «Her beyin biriciktir.» ilkesidir. İnsan beynin insanın parmak izi gibi kişiye özgü olduğunu ifade eden temel ilkedir. Geleneksel öğrenme-öğretme yaklaşımları beynin doğal yapısını ve öğrenme sürecini göz ardı ettikleri için öğrenme süreçleri ezberleme ağırlıklıdır. Beyin temelli öğrenmede bireyler anlamlı öğrenirler ve kendi bilgilerini edinirler. Caine ve Caine, beyin işleyişinin öğrenme üzerine etkisiyle ilişkili olarak beyin temelli öğrenme kuramının, 12 temel ilkesini belirlemişler ve bu ilkeleri öğrenmenin yapı taşları olarak tanımlamışlardır.

 

Sonuç olarak, eğitimde öğretmenle ilgili hemen hepimizin şu ifadeyi bildiğini düşünüyorum.  “Klasik öğretmen anlatır;  iyi öğretmen açıklar; yetenekli öğretmen yapar, gösterir; büyük öğretmen ise ilham kaynağı olur.” Eğitimci birçok arkadaşımızın, eğitim sistemimizde bu mümkün mü? Sorusunu duyar gibiyim… Eğitim sistemimiz sınav odaklı bir yapıdan kurtarılmadıkça, öğretmenler eğitimle ilgili karar sürecine yeterince katılmadan,  öğretmenlerin kendilerini daha mutlu ve özgür hissedecekleri ortamlar yaratılmadan beyin temelli öğrenme süreçlerini nasıl hayata geçirilecektir. Öğrenme ve öğretme sürecinde öğretmenin yaparak, yaşayarak öğreten, deneyen, düşündüren, sorgulayan, gerçek hayatı okula getiren öğretmen olması için öğretmenler desteklenmeli ve cesaretlendirilmelidir.  Unutulmamalıdır ki, kendisine değer verilen, özgüveni yüksek mutlu öğretmenler, öğrencilerin merakını ve öğrenmeye karşı motivasyonunu da o derece arttıracaktırlar. Geleceği aydınlık, yarınları umut dolu bir nesil için, “ÖNCELİĞİMİZ EĞİTİM”…


Emoji ile tepki ver!

Bu Yazıyı Paylaş :

Etiketler :
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)