adscode
adscode

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E EĞİTİMDE AYDINLANMA

Batıda eğitim ile ilgili reformların, ortaçağdan kopuşla ve Aydınlanma dönemi sayesinde olduğunu daha önceki yazılarımda değinmiştim. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise modern eğitime geçiş adına bazı arayış ve yenileşme çabaları yapılmışsa da bu arayış ve yenileşme çabaları, eski eğitim yapısından tam bir kopuş olmadan sürdürülmüştür.

ikegitmeni@hotmail.com




Eğitimde gerçek yenileşme; Cumhuriyet Aydınlanmasıyla başlamış ve kültür devrimleri ile devam etmiştir. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte laik ve ulusal eğitim ile ilgili en önemli adım atılmıştır. Eğitim alanında yapılan bu köklü değişim ve dönüşüm; alfabe değişikliği ve dil devrimi ile devam etmiştir. 

Yazı ve dili bir araç olarak görmek yerine, kutsal bir nesne olarak gören bazı çevreler; alfabe değişikliği ve dil devrimine karşı olduklarını ifade ederler. Oysa alfabe değişikliği ve dil devriminin kökleri Cumhuriyet öncesi döneme kadar uzanmaktadır. 

Osmanlı İmparatorluğu’nda, Arap harflerinin öğretmedeki zorluğu yenmek ve okuryazarlığı kolaylaştırmak amacıyla, 1860’tan beri birtakım çalışmalar ve tartışmalar sürdürülmekteydi. Abdülaziz zamanında Münif Efendi(Paşa), ilerlemede, tek yolun gazete, kitap, dergi gibi iletişim araçlarını kullanarak halkı bilinçlendirmek gerektiğini düşünmüştür. Münif Paşa, düşüncelerini hayata geçirmek için 1863 yılında Cemiyet- i ilmiye-i Osmaniye'yi kurmuştur. Münif Paşa cemiyetin kurulduğu yıllarda alfabe değişikliği konusunda ilk adımı atarak sultana bazı tekliflerde bulunmuştur. Münif Paşa konuşmasında, alfabemizin eksikliğine ve bu sebepten okuma – yazma oranın düşüklüğüne değinmiştir.

 

Enver Paşa, I. Dünya Savaşı’ndan önce, orduda telgraf haberleşmesinde yeni düzenlemelere gitmek maksadıyla, harfler üzerinde bazı değişiklikler yapmak istemiştir. Bu dönemde telgraf tekniğinin yeterince gelişmemiş olması ve teknik elemanların yetersizliği nedeniyle Enver Paşa, sadece ordudaki telgrafçılara özgü, hurûf-ı munfasıla veya hurûf-ı mukata’a denilen yazı şeklini tatbik etme yoluna gitmiştir. Bu maksatla Harbiye Nezareti, 1 Mayıs 1914’ten itibaren yalnız askerî makam ve kıt’alar arasında yapılacak her türlü haberleşmede, harflerin ayrı ayrı yazılarak yapılmasını kabul ve emretmiştir. II. Meşrutiyet Dönemi’nde başta Hüseyin Cahid, Celal Nuri, Abdullah Cevdet ve Kılıçzade Hakkı olmak üzere birçok aydın, Arap harflerinin ıslahına karşı çıkmış ve Latin harflerinin kabul edilmesi gerektiğini savunmuştur.

 

Cumhuriyetin kuruluşu sırasında, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde harflerin değiştirilmesi yolundaki ilk öneriyi, kongre başkanı Kazım Karabekir reddetmiştir. Ankara’da 27 Haziran 1928’de Maarif Vekâleti’nde, harflerin Latinleştirilmesi için bir bilim kurulu, “Türk Dil Encümeni” toplanmıştır. Toplantıda, bir ayda öğrenilebilecek gramerin ilkeleri saptanır ve okullar için ayrı, halk için ayrı alfabelerin kullanılması kararlaştırılır. Bilim kurulu yaptığı toplantıda, İsmet Paşa’nın sorusuna karşılık yeni alfabenin geçiş süreci için, 7 yıllık bir süreden bahsedilir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu süreyi duyunca, bu sürenin 6 ay olduğunu ifade eder.

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 9 Ağustos 1928 ‘de Sarayburnu’nda halka seslenişinde şunları söylemiştir: “Çok işler yapılmıştır, ama bugün yapmaya mecbur olduğumuz son değil, lakin çok lüzumlu bir iş daha vardır. Arkadaşlar! Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahengi zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz... Yeni Türk harfleri çabuk öğrenilmelidir; bütün millete, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki bir milletin, bir içtimai heyetin yüzde sekseni okuma yazma bilmez. Bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış ve iftiharla tarihini doldurmuş bir millettir...”

 

Mustafa Kemal Atatürk 1 Kasım 1928’de, Meclisin yıllık toplantısının açış nutkunda, “Büyük Türk Milletine, onun bütün emeklerini kısır yapan çorak yol dışında, kolay bir okuma yazma anahtarı vermek lâzımdır. Bu okuma yazma anahtarı ancak Latin esasından alınan Türk Alfabesidir” diyerek harf devrimi ile ilgili görüşlerini ve önerisini sunmuştur. Açılış törenini takiben toplanan komisyonun hazırladığı tasarı, 1353 Sayılı Kanun olarak oy birliği ile kabul edildi. Halka yeni harflerle okuma yazmayı hızla öğretmek amacıyla, 12 Kasım 1928’de çıkarılan bir yönetmelikle, “Millet Mektepleri” açılarak, 15- 45 yaş arasındaki kadın erkek bütün yurttaşların bu okullara gitme zorunluluğu getirildi. Millet Mektepleriyle birlikte 1932’den sonra açılan “Halkevleri” ve “Halkodaları” da okuma yazma eğitimlerinde katkı sağlamıştır.

 

Atatürk, harf değişikliği ile birlikte dilin yalınlaştırılması, arınması ve dilin köklerinin çağdaş kurallarla araştırılması çalışmalarını hep beraber yürütmüştür. Bu kapsamda Türk Dil Kurumu, Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla 12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün talimatıyla kurulmuştur. Cemiyetin kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları olan Sâmih Rif’at, Ruşen Eşref, Celâl Sâhir ve Yakup Kadri’dir. Harf değişikliği ve dil devrimi ile birlikte eğitim alanında da önemli çalışmalar başlatılmıştır. Yurtdışından ünlü eğitimciler davet edilip eğitim ile ilgili raporlar hazırlatılmıştır. Amerika’dan 1924 yılında John Dewey davet edilmiştir. Almaya’dan 1925 yılında Profesör Kuhne gelmiştir. Eğitimin kalkınma üzerindeki etkileri ile ilgili raporlar hazırlamışlardır. 

 

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki önemli Milli Eğitim Bakanlarından olan Mustafa Necati’nin 1929 yılında beklenmedik ölümü eğitimde de bir durgunluğa neden oldu. Ancak 1933 yılında Reşat Galip’in Milli Eğitim Bakanı olmasıyla, eğitimde çabalar tekrar devam eder ve üniversite alanında çalışmalar başlar. Darülfünün kaldırılmasıyla, 1933 yılında İstanbul Üniversitesi kurulur. Cumhuriyetin ilk yıllarında mesleki teknik ile ilgili önemli atılımlar yapılmamış olsa da 1930’lu yıllarda eğitimci ve uygulayıcı olarak Rüştü Uzel’in Türkiye’deki Mesleki ve Teknik Eğitim alanındaki katkısı unutulamaz. Eğitimde İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun İçtimaî Mektep’teki(Toplumsal Okul) önerileri eğitim bilimi açısından değerlidir. Baltacıoğlu’na göre, eğitimin yapacağı iş, gerçek yaşam ortamları hazırlamak, kişileri gerçek çalışma ve yaşam ortamları içinde yetiştirmektir. Baltacıoğlu,  demokrat yurttaş yetiştirmek için, okul topluluğunun da demokratik ilkelere göre yönetilmesi gerektiğini ve öğrencilerin de okul yönetimine katılması gerektiğini ifade etmiştir.

 

Eğitimi köyün üretim yaşamına bağlamak, öğretmeni de köyde üretim yaşamının bir parçası durumuna getirmek amacıyla kurulan köy enstitülerine, gelecek yazılarda ayrıntılı değineceğim. Geleceği aydınlık, yarınları umut dolu bir nesil için, “ÖNCELİĞİMİZ EĞİTİM”…

 

 


Emoji ile tepki ver!

Bu Yazıyı Paylaş :

Etiketler :
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)