adscode
adscode

100 Temel Eser, Atatürk ve Gurebahane-i Laklakan

Sanırım artık 1000 ya da 100 temel eser niteliğinde kitap tavsiyesi yapılmıyor. Kitap okumanın artık bir fayda getirmeyeceği mi düşünülüyor, bilemedim.

cemozel2021@gmail.com




Bu listelere giren çok kıymetli eserler olduğunu düşünüyorum. Tarafsız olduğunu düşündüğüm kurullar tarafından seçilip, gençlere öneri niteliğinde hazırlanan bu listelerdeki kitapları bulup okumak büyük kolaylık.

Zaman zaman elime geçen eski yıllara ait kitapların üzerinde görürüm. Örneğin 1000 Temel Eser ya da 100 Temel Eser damgası şeklinde, kitapların ön kapaklarında belirtilir.  Geçenlerde bu kitaplardan biriyle tesadüfen yolum kesişti. Çok da mutlu oldum. Sembolist şairlerimizden Ahmet Haşim'in bir eseri. Daha doğrusu birden fazla eserinin biraraya getirildiği bir kitap. Ön kapağındaki başlıklar şöyle:


Bize Göre

Gurebahane-i Laklakan

Frankfurt Seyahatnamesi


Kitabın içindekiler sayfasına göz attığımızda ise ek olarak "Bir Seyahatin Notları" adlı bir bölüm daha görüyoruz. Bi' taşla dört kuş vurmak gibi. Hoş! Daha öncesinde Frankfurt Seyahatnamesi'ni okumuştum; ama ikinci kez okunacak kadar da değerli. Neden bu kadar değerli diyeceksiniz. Bir şairin düzyazı metinleri de edebi tat içerdiği için olabilir. Kimin aklına gelir düzyazıda, denemede imge kullanmak, söz sanatları kullanmak? Demek ki şairlerimizin aklına bu tür incelikler geliyor. Minnettarız.

Kitabın ilk bölümünü yani “Bize Göre” kısmını okudum. Ahmet Haşim'in kısa denemelerinden oluşan bir bölüm. Dili, günümüz Türkçesine oldukça uzak olmasına rağmen büyük bir keyifle okunuyor. Yazılardan birinin konusu da Atatürk. Atatürk’ü duyduğumda acaba yeni bir şey okuyacak mıyım diye çok heyecanlandım. Bu yazıda Ahmet Haşim, yeni harflere dair ilk defa fikir alışverişi için Dolmabahçe Sarayına davet edilişini ve Atatürk ile karşılaşmasını anlatır:


“Gördüğüm fotoğraflara göre biraz şişman, biraz yorgun, biraz hatları kalınlaşmış bir vücutla karşılaşacağımı zannederken, kapıdan bir ısık dalgası halinde giren teksif edilmiş bir kuvvet ve hayat tecellisi ile birden gözlerim kamaştı: Göz bebekleri en garip ve esrarengiz madenlerden yapılmış bir çift gözün, mavi, sarı, yeşil ışıklarla aydınlandığı asabi bir çehre… Yüzde, alında, ellerde bir sıhhat ve bahar rengi… Muntazam taranmış, noksansız, sarı, genç saçlar… Bütün zenberekleri çelikten, ince, yumuşak, toplu, gerilmiş, genç ve taze bir uzviyet.

Altı yüz senelik bir devri bir anda ihtiyarlatan adamın çehresi, eski ilahlarınki gibi, iğrenç yaşın hiçbir izini taşımıyor. Alevden coşkun bir nehir halinde, köhne tarihin bütün enkazını süpüren ve yeni bir alemin meydana gelmesine yol açan fikirler kaynağı başı, bir yanardağ zirvesi gibi, taşıdığı ateşe kayıtsız, mavi gök altında sessiz ve gülümseyerek duruyor!

Kendi yarattığı şimşekli bulutlardan, fırtınalardan ve etrafına döktüğü feyizli çağlayanlardan yegane müteessir olmayan, meğer onun genç başı imiş!

O günün benim için en büyük nimeti, o efsanevi başı yakından görmem olmuştur.

 

Görüyorsunuz, Ahmet Haşim, Atatürk’ten nasıl da etkilenmiş! Bu etkilenişini şairane bir şekilde de kelimelere dökmüş. Acaba Atatürk’ü yakından görsek biz neler hissederdik. Eğer bir gün zaman makinası bulunursa gitmek isteyeceğim ilk zaman dilimi Atatürk’ün yaşadığı dönem olacak.

Kitabın bu ilk bölümünün her bir yazısı damakta uzun süre tadı kalan güzel yemişler tadında. Mutlaka okumanızı dilerim. “Bize Göre” kısmından sonra gelen “Bir Seyahatin Notları” başlıklı kısmına yeni geçtim; ama son bölümde yer alan Frankfurt Seyahatnamesini okuduğum için, bu bölümün de tadından yenilmeyeceğini düşünüyorum.

Hemen ardından gelen üçüncü bölüm ise Ahmet Haşim’in bir başka eseri: Gurebahane-i Laklakan. Lise yıllarından hep duyduğumuz bir eser başlığı; ama ilk defa bu yakınlıkta elime alıp okuyacağım. Eskiler adeta cevher kaynağı. Burada sadece adından bahsetsem bile yeterli olur kanısındayım: Gurebahane-i Laklakan. Hani bir söz vardır. Leyleğin ömrü laklakla geçer. Laklakan buradan gelme. Leylek demek. Gurebahane ise Vakıf gurebadan bir şey anımsatabilir. Vakıf gureba, Abdülmecit'in annesi Bezmialem Valide Sultan’ın 1845 yılında fakirler için kurdurduğu hastanenin adıdır. Şu anda ismi Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesidir. Yani Gurebahane-i Laklakan, düşkün leylek evi diye çevrilebilir.

Kitapta, doğrudan bu başlıkta bir yazı daha var. İlginç de bir hikaye barındırıyor. Meraklandırmak için ipucu vermeyeyim.

100 Temel Eserden nerelere geldik. Bu eserlerden biri bile bu kadar kayda değerse kim bilir diğerleri nelere değer! Umut ederiz ki bu listeler yeniden güncellenir ve okuyucularıyla bir an önce buluşur. 


Emoji ile tepki ver!

Bu Yazıyı Paylaş :

Etiketler :
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)