adscode
adscode

AKADEMİSYENLERİN DOÇENTLİK IZDIRABI

Akademisyenler, son zamanlardaki doçentlik süreçlerini eleştirerek, durumun kendileri için ızdırap verici hale geldiğini belirtti.

AKADEMİSYENLERİN DOÇENTLİK IZDIRABI
Eğitim
"Son zamanlardaki doçentlik süreçleri akademisyen için stresli bir durum olmaktan çıkıp artık ızdırap verici bir hale gelmiştir.

Doçentlik sürecinde, adayla aynı branş ve aynı ilden jüri atanması, adayın ortak yayın yaptıkları hocaların adayın jürisi olması ve hatta adayın tez hocasının doçentlik jürisinden olması –ki mevzu bahis branşta yeterince profesör varken bunun yapılması- jüri üyelerinin bazı adayları 3-5 yayınla doçent yaparken uluslararası dergilerde 20,30 ve hatta 40 bilimsel yayını ve hatta patent sahibi adayları ret etmeleri, jürilerin bazı adayların dosyalarını “adayın gözünün üstünde kaşı var” dercesine sudan nedenlerle ret etmeleri bazı adayları ise eş, dost telefonları ile kabul etmeleri artık alıştığımız şeylerdir. Dahası bazı branşlardaki tıp hocalarının hasta kaybetme maddi gelirim düşer korkusu ile ilgili branştan tüm doçentlik adaylarını ret etmesi trajiktir.

Bir diğer konu ise, 2015 nisan döneminde doçentlik başvurusu sonucu eser incelemesi sonucunda başarısız olan adayların 2016 Nisan döneminde yeniden başvuru yaptıklarında adayların başvurusunun iptal edilmesidir. 2016 Nisan başvuru süreçleri devam ederken, ülkemizin bağımsızlığına ve demokrasine FETÖ terör örgütü tarafından başarısız darbe girişiminde bulunulmuştur. Güvenlik güçlerinin haklı olarak yaptıkları güvenlik soruşturmaları nedeniyle süreç uzamış ve doçentlik adaylarının jürileri açıklanmamıştır. Bu sefer 14/11/2016 tarihinde Danıştay 8. Daire başkanlığında 09/04/2015 tarihinde 2015/4063 esas numaralı davada görülen Doçentlik Sınav Yönetmeliğinin “Eser incelemesi sonucu başarısız olan adayın bir dönem beklemesi” hakkındaki yürütmeyi durdurma kararına UAK tarafından yapılan itiraz haklı bulunmuştur. Böylelikle 2015 Nisan doçentlik başvurusu sonucu eser incelemesi sonucunda başarısız olan adayların 2016 Nisan döneminde yeniden başvuru yaptıklarında adayların başvurusu Kasım 2016 tarihinde iptal edilmiştir. Buna göre; 1-Danıştayın verdiği bu karar Kasım 2016 yılında tarihinde verilmiştir oysa adaylar başvurularını 2016 Nisan ayında yapmışlardır dahası aynı durumda olan Ekim 2015 başvuru dönemindeki adaylara böyle bir işlem yapılmamıştır. Yani UAK danıştayın kararını 2016 Nisan başvurusu yapan adaylara uygularken keyfi olarak bir önceki dönem olan Ekim 2015 adaylarına bu kararı uygulamamıştır. 2-Bir diğer durum ise 2016 Ekim ayında UAK’ın Doçentlik kriterlerini değiştirmesi 2016 Nisan başvurusu yapan ve başvurusu iptal edilen adayların bu duruma hazırlıksız yakalanması ve konudaki mağduriyetlerinin giderilmemesidir.

Yine bir başka sorun, Ekim 2016 yılından itibaren yürürlüğe giren bilimsellikten uzak yeni doçentlik kriterleridir. Güya kriterler kaliteyi artırmak için getirilmiştir ama malasef kriterler bilimsel kaliteyi ortaya koymaktan uzaktır. Şöyle ki; SSCI, SCI, SCI‐ Expanded veya AHCI kapsamındaki dergilerde yayınlanmış özgün araştırma makalelerinde tek yazarlı çalışmalarda yazar tam puan alır kriteri vardır. Bu işlerle uğraşan herkes bilir ki bilimsel çalışma yapmak ekip işidir. Dahası bilim adamları superman değildir. Bir kişiden hem ders anlatması, eğer tıp doktoru ise hem hasta bakması ve ameliyat yapması, hem verilerini toplaması, hem gerekiyorsa laboratuvar analizlerini yapması, hem istatistiksel analiz yapması hem yayını yazması ve de yayını yayınlatması beklenemez. Bu durumlardaki yayınlar daha önceleri “aday multidisipliner çalışmamıştır” diye jüriler tarafından eleştirilmiştir. Dünyada böyle bir uygulama yoktur. Bir diğer husus yayınlara puanlama yapılırken nasıl olurda dergilerin kalitesini gösteren tesir değeri (impact factor) dikkate alınmaz. Bir bilimsel çalışma düşünün yıllarca sürsün tesir değerliği 50 olan bir bilimsel dergide yayınlansın (belki Nobel bile alabilirsiniz ama bu ödül bile sizi tek başına doçent yapmaz), bir başka çalışma düşünün 6 ay gibi kısa bir sürede yapılsın ve tesir

değerliği 0,5 olan bir dergide yayınlansın. Bu iki çalışmanın doçentlik kriterleri için aynı puanı alması kabul edilemez. Ulusal makale zorunluluğunun bilimsel kaliteyi nasıl arttıracağı tam olarak anlaşılmamıştır. Ulusal dergilerin kalitesi düşükse niçin kaliteli bir çalışmayı bu dergilerde yayınlatma zorunluluğunda kalasınız ki. Bir diğer husus uluslar arası ve ulusal patentlerin (ki patent puanı kişilere bölünüyor) puanlarının düşüklüğüdür. Patent almak çok kolay değildir. Bir başka husus ders anlatma zorunluluğudur. Bu tamamen doçentliğin üniversitelerin tek eline geçmesi, eğitim ve araştırma ve devlet hastanelerini tamamen elimine etmeye yönelik bir harekettir. Bazı branşlardaki Profesörlerin hasta kaybetmeme ve rekabeti azaltmaya yönelik bir hareketi olduğundan daha önce bahsetmiştik. Düşünün bir kere Batman devlet hastanesinde bir uzman doktorsunuz kendi çapınızda bilimsel araştırmalar yapıyorsunuz tüm kriterleri sağlıyorsunuz fakat size diyorlar ki sen doçent olamazsın. Peki neden çünkü sen ders anlatmamışsın. Eğitim ve araştırma hastanelerinde uzmanlık eğitimi verilmeyen çocuk endokrin, çocuk nefrolojisi vb branşlarda her ne kadar bilimsel olsanız da her ne kadar iyi bir öğretici olsanız da asistan olmadıktan sonra kime ders anlatacaksınız. Bazı akademisyenler ders anlatmak için yollara düşmüş üniversitelerin kapılarını çalmış “benim anlatamadığın hangi ders var ki, sen anlatacaksın” gibi küstah bir tavırla kapı gösterilmiştir. Diğer bazı üniversitelerde haklı olarak “ders anlatmayı nasıl resmiyete dökeceğiz” diyerek akademisyenleri ret etmiştirler. Yine bazı asistanlık eğitimi veren eğitim ve araştırma hastanelerinde, asistanlara verilen eğitimler eğitim görevlileri tarafından silah olarak kullanarak bazı kişilere eğitime katılma hakkı verirken diğerlerine verilmemektedir. Yine bir diğer önemli husus bazı bölümlerde akademisyenlere tanınmış yayın evleri tarafından yayımlanmış kitap zorunluluğunun getirilmesidir. Kısacası tüm bu kriterler ve zorunluluklar kaliteyi attırmak için yapılmışsa eski kriterlere göre doçent olanlar veya halihazırda bu kriterleri sağlamayan doçent veya profesörler kalitesiz mi?

Bir diğer hususta tüm bu yeni kriterlere yakalanmak istenmeyenler, Nisan-2016 döneminde başvuru yapmış yaklaşık 5000 veya 6000 tane doçentlik dosyası UAK’a gitmiş, UAK bu dosyaların altından kalkamamıştır. Yine bu süreçte hasbel kader bir şansımı deneyim diyen bilim ve bilimsellikle alakası olmayan 3-5 yayınla başvuran eş dost akraba aracılığıyla jürisine ulaşan doçentliğini almıştır. Dahası tüm bu yoğunluk sonucu 2016 Aralık (5 aydır jüriler belli olduğu halde jürilere dosya gönderilmiyor), Nisan 2017 (jüriler belli değil daha) dosyaları beklemede, Ekim 2017 de yapılması gereken başvurular da Aralık 2017 ertelenmiştir. Nisan-2016’daki yoğunluğun sebebi kimdir? Bu yoğunluğun bedelini neden bu tarihten sonraki adaylar ödüyor? Madem ki kriterler değişecekti daha yumuşak bir geçiş sağlanamaz mıydı?

Tüm bu karmaşıklıklar yetmez gibi YÖK başkanı sayın Prof.Dr Yekta SARAÇ sosyal medya üzerinden doçentlik sisteminin değişeceğini açıklamıştır. Bu sistemde üniversitelerin daha etkin olacağını söylemiştir. Tüm bu yapılanlara rağmen yapılan son açıklama malaasef çok üzüntü vericidir ve bir kez daha YÖK ve UAK’ın üniversitelerdeki gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu göstermiştir. Hep şikayet edilen adrese teslim yardımcı doçentlik kadrolarının yerini adrese teslim doçentlik kadroları mı olacak? Bir üniversitenin açtığı bir tek kadroya birden fazla kişi başvuru yaparsa objektiflik nasıl sağlanacak? Bir üniversitenin açtığı kadro için sözlü sınav yapacağım derse yine torpil arayıp bulan mı girecek? Bazı üniversitelerin bazı bölümlerinde kriter belirleyecek profesör düzeyinde hoca yokken açılacak bir doçentlik kadrosu için yardımcı doçentler veya doçentler mi kriterler belirleyecek? Tüm bu sorular akademisyenlerin geleceği daha da karanlık görmesine yol açmıştır.

Sonuç olarak biz gökten düşen doçentliği ne kendimiz için ne de bir başkası için istiyoruz. İstediğimiz bilimsel normlara uyan adil bir sistemde hak eden herkesin ünvanını almasıdır. Bu sistemi yapmak çok zor değildir. Kısaca;

1- Bilimsel yayınların yayınlandıkları derginin kalitesine göre puanlandırılması ve bölünmesi. Hatta her bölümün bir bölüm puanı olması ve yayınların bu puanla çarpılması. Çünkü bazı bölümlerde yayın yapmak kolayken bazı bölümlerde daha zordur

2- Ders anlatma, kitap yazma ve Ulusal dergilerde yayın olma zorunluluğunun kalkması, illa ders anlatma koşulu olacaksa üniversiteler dışardan ders anlatmak isteyen adaylara YÖK aracılığı ile kolaylık sağlaması

3- Patent puanlarının yüksetilmesi

4- Tıp alanından başvuru yapan adayların yaptıkları ameliyatlar ve polikliniklerden yıllık elde ettikleri performansların SUT puanları karşılığı belirli katsayılarla çarpılıp yine belirli bir puanı geçmeyecek şekilde doçentlik puanına eklenmesi

5- Yine belirli puanları toplayan adayların UAK’a başvuru yapmaları, UAK’ın yalnızca adayların kriterleri sağlayıp sağlamadığı ve adayların eserlerini etik yönden inceleyecek kimlikleri gizli tutulacak şekilde 3 tane jüri ataması (bu jürilere yayın dosyalarının UAK tarafından elektronik ortamda gönderilmesi) tüm bu süreçlerin en fazla 6 ay sürmesi, bu süreçte adayın kendini savunma hakkı olması

6- Son aşamada ise yine UAK’ın bölüm profesörlerine hazırlattığı sorularla adayın yazılı sınava girmesi

Saygılarımızla"

Bir grup akademisyen

Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :

Etiketler :

Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)