Eşi benzeri zor görülen, çok derin acılar yaşadık.
Görünen o ki yaşamaya da devam edeceğiz.
Uzmanlara göre, içinde bulunduğumuz 100 yıl Felaketler Yüzyılı ve onlardan kaçmak mümkün değil.
Korona ve deprem bu felaketlerin en çarpıcı son örneklerinden sadece ikisi!
Ve yine uzmanlara göre, bildiklerimiz ya da bugüne kadar hiç rastlanmayan felaketlerden kaçınmamız mümkün olmadığına göre, onlara hazır olmayı ve onlarla yaşamayı öğreneceğiz!
Peki ama nasıl? Akılla, bilimle, liyakatle ama en önemlisi de yaşananlardan ders alarak!..
Kâbus gibi bir anda dünyayı esir alan koronayı çok çabuk unuttuk. “Hele bir kurtulalım, pandemi sonrası her şey çok farklı olacak” diye öylesine çok cümleler kurduk ve öylesine çok vaatler verildi ki hangi birini yerine getirdik ya da getirdiler?..
Unutmamak için
Korona ve deprem çok farklı iki felaket türü olsa da bize çok önemli ipucu verdi.
Felaketin boyutları ne denli büyük ve öldürücü olursa olsun, eğer onlara hazırsanız yıkıcı boyutları korkulduğu kadar büyük olmayabiliyor.
Korona da deprem de zaaflarımızı, zayıflıklarımızı fırsat bildi. Onlar üzerinden canımıza okudu. Koronada altta yatan hastalığı olan ya da vücut direnci yeterli olmayanlar hayata zor tutunabildi, depremde ise çarpık kentleşmenin, çürük binaların ve rantiye hırsının acılarını yaşadık. Bırakın diğer felaketleri, salgın hastalıklar ve deprem ilk kez yaşanmadı ve bunlar son da olmayacak.
İşte bu nedenle, felaketin her türlüsüne hazır hale gelmeyiz. Örneğin, beni en tedirgin eden yeni nesil felaketlerin başında dijital felaketler geliyor. Nasıl olur, sonuçları neler getirir bilmiyorum ama en azından daha şimdiden bu konuya da kafa yormak gerekir.
Bir yandan depremin yaralarını sararken, öte yandan geleceğe yönelik hazırlıklar yapmak olmazsa olmazlarımızın başında geliyor.
Hem de hemen ve felaketin her türlüsüne yönelik olarak.
Bu süreçte yıkılan binalar yeniden yapılır, peki ama korona sonrası yerle bir olan ruh sağlığıyla ilgilenen oldu mu? Enkaza dönen kentleri yeniden inşa etmeye hazırlanırken, o kentlerin binlerce yıllık yaşanmışlığını düşünen, göz önünde bulunduran ve ona göre hareket eden var mı?
Felaketlerle mücadele, “olası” yaşam odaklı eğitim sistemimizin ilk önceliklerinden biri olmalı ve yurttaşlarımıza her şeyden önce bunu yani hayatta kalmayı öğretmeliyiz.
Sınıfta öğretilenleri pekiştirmek için de Yaşam Müzeleri kurmalıyız. Hem de hemen.
Çarpıcı öneri
Latif Tuna, 45 yıldır Hollanda’da yaşasa da yüreği ülkesi ve yurttaşları için her daim pır pır eden bir kültür insanı. Öğretmen kökenli olduğu için önemli olanın öğretmek değil yaşam tarzı haline getirmek, yani hayata geçirmek olduğunu çok iyi biliyor. Önerisi de bu yönde:
“Hepimize büyük geçmiş olsun, hepimizin başı sağ olsun. Eğer millet olarak hafızamız zayıfsa ve geçmişte olan felaketleri hafızamızdan çabuk siliyorsak, tekerrür eden olaylardan ders almayı ihmal ediyorsak bunu önlemek için önlem almak zorundayız.
Geçmişte yaşanan felaketleri unutmamak için metodolojik çareler var.
Neler yapabiliriz? Tehlikeden ders çıkarmak için şu anda depremin olduğu il merkezlerimizde depremi bütün yönleriyle yansıtan bir enkazı, yaşamını yitiren insanlarımızın cenazeleri alındıktan sonra olduğu gibi muhafaza ederek deprem müzeleri oluşturmalıyız.
Yıkık binada düzenlemeler yapılarak depremde yıkılmaya neden olan tüm özellikler bir bir gösterilmeli.
Demirde, çimentoda, kumda, bina yüksekliğinde, zeminde yapılan hata, ihmal ve çalmalara dikkat çekilmeli.
Kukla, manken insanlarla felaket yansıtılmalı.
Arama kurtarma çalışmaları, gönüllülük, amatörlük ve profesyonellik, tüm yönleriyle anlatılmalı.
Acil sağlık yardım hizmetleri paylaşılmalı.
Organize olabilme ve organize edebilmede kalitemiz her yönüyle yansıtılmalı ve profesyonelce ele alınmalı.