adscode
adscode

Orhan Pamuk'tan yeni roman: Kırmızı Saçlı Kadın

Nobel'li yazar Kırmızı Saçlı Kadın'da okurunu otuz yıl öncesinin Gebzesi'ne götürüyor. Liseli bir gencin aşk hikayesini anlattığı roman 2 Şubat'ta piyasaya çıkıyor. Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan kitap…

Orhan Pamuk'tan yeni roman: Kırmızı Saçlı Kadın
Kültür Sanat
Orhan Pamuk'un yeni kitabı Kırmızı Saçlı Kadın 2 Şubat Salı günü okurla buluşacak. Yazarın Kafamda Bir Tuhaflık (2014) ve Resimli İstanbul (2015) kitaplarının ardından Yapı Kredi Yayınları'ndan (YKY) çıkacak yeni romanın adı Kırmızı Saçlı Kadın. Kitabın müjdesini veren yayınevi dün romanın ilk 20 sayfasını paylaştı.

Nobel'li yazar, Kırmızı Saçlı Kadın'da okurunu, otuz yıl öncesinin Gebze'sine götürüyor. Liseye başladığı yıl babası polisler tarafından götürülen ve bir daha ondan haber alamayan bir çocuğun gözünden anlatılan romanda Beşiktaş'taki evlerinden Gebze'ye taşınan bir anne ile oğulun öyküsü var. Roman, bir gencin yaşadığı aşk hikâyesiyle, büyük bir insani suçun peşinden gidiyor.

Orhan Pamuk'un “Aslı'ya” (Akyavaş) ithaf ettiği roman, Nietzsche'nin Tragedya'nın Doğuşu, Sophokles'in Kral Oidipus ve Firdevsî'nin Şehname adlı eserlerinden alıntı üç epigraf ile başlıyor. İlk baskısı 200 bin adet yapılan 204 sayfalık romanın ilk sayfalarından tadımlık bir bölüm yayınlıyoruz:

KİTAPTAN TADIMLIK

“Aslında yazar olmak istiyordum. Ama anlatacağım olaylardan sonra jeoloji mühendisi ve müteahhit oldum. Okuyucularım, hikâyemi anlatmaya başladım diye olayların sona erip arkada kaldığını da sanmasınlar. Hatırladıkça olayların içine daha çok giriyorum. Bu yüzden sizlerin de peşim sıra baba ve oğul olmanın sırlarına sürükleneceğinizi hissediyorum.

1985'te Beşiktaş'ın arkalarında, Ihlamur Kasrı'na yakın bir apartman dairesinde yaşıyorduk. Babamın Hayat adlı küçük bir eczanesi vardı. Eczane haftada bir sabaha kadar açık kalır, babam nöbet tutardı. Nöbetçi olduğu gecelerde babamın akşam yemeğini ben götürürdüm. Uzun boylu, ince, yakışıklı babam kasanın yanında yemeğini yerken ilaç kokusunu koklayarak dükkânda durmayı severdim. Otuz yıl sonra bugün, kırk beş yaşımda ahşap dolaplı eski eczanelerin kokusundan hâlâ hoşlanıyorum.

Hayat Eczanesi'nin çok müşterisi yoktu. Babam nöbetçi olduğu gecelerde o zamanlar moda olan taşınabilir küçük bir televizyona bakarak vakit öldürürdü. Bazan da babamı, ziyarete gelen arkadaşlarıyla alçak sesle konuşurken görürdüm. Siyasi arkadaşları, beni görünce konuşmayı bırakır, benim, tıpkı babam gibi yakışıklı ve sevimli olduğumu söyler, sorular sorarlardı: Kaçıncı sınıfa gidiyordum, okulu seviyor muydum, ileride ne olacaktım?

Siyasi arkadaşlarının yanında babamın huzursuz olduğunu gördüğüm için dükkânda fazla kalmaz, boş sefertasını alır, soluk sokak lambalarının ve çınar ağaçlarının altından yürüyerek eve dönerdim. Evde anneme, babamın siyasete meraklı arkadaşlarından birinin dükkânda olduğunu söylemezdim. Çünkü annem, babamın başının yeniden belaya gireceğini ya da durup dururken gene bizi bırakıp gideceğini düşünerek endişelenir, babama ve arkadaşlarına sinirlenirdi.

Ama babamla annemin aralarındaki sessiz kavgaların tek nedeninin siyaset olmadığını da fark ederdim. Bazan uzun süreler küsüşürler, aralarında neredeyse hiç konuşmazlardı. Belki de birbirlerini sevmiyorlardı. Babamın başka kadınları, pek çok başka kadının da onu sevdiğini seziyordum. Bazan annem başka bir kadın olduğunu benim anlayacağım bir şekilde konuşurdu. Annemle babamın kavgaları beni çok hüzünlendirdiği için onları düşünmeyi, hatırlamayı kendime yasaklamıştım.

Babamı en son ona yemek götürdüğüm bir gece eczanede gördüm. Lise birdeydim; sıradan bir sonbahar akşamıydı. Babam televizyondaki haberleri seyrediyordu. Daha sonra tezgâha yerleştirdiği yemeğini yerken, ben biri aspirin, diğeri de C vitamini ve antibiyotik isteyen iki müşteriye baktım ve parayı çekmecesi hoş bir zil sesi çıkararak açılan eski kasaya koydum. Eve dönerken son bir bakış attım babama; bana kapıdan gülümseyerek el salladı.

O sabah babam eve gelmemiş. Bunu öğleden sonra okuldan dönünce annem söyledi. Gözlerinin altı şişti, ağlamıştı. Babamın bundan önce olduğu gibi eczaneden alınıp Siyasi Şube'ye götürüldüğünü zannettim. Orada ona işkence eder, falakaya yatırır, elektrik verirlerdi.”

“Tahammülsüzlük kültürünün değişmesi gerekiyor”

İngiliz gazetesi The Times'a konuşan Orhan Pamuk, ‘Barış İçin Akademisyenler' bildirisinin ardından açılan soruşturmalarda imzacı akademisyenlerin gözaltına alınmasını eleştirdi. Yapılanların ‘kabul edilemez' olduğunu söyleyen Pamuk, “İmza kampanyasının teknik ayrıntılarına ve söylemine katılmayabilirsiniz ama sabahın yedisinde bir profesörün evine, sanki o profesör teröristmişçesine girmeye hakkınız yok.” açıklamasını yaptı. “Seküler muhalefetle aynı gemide olduğumu hissediyorum.” diyen yazar, “ülkedeki tahammülsüzlük kültürünün son bulması gerektiğini” ifade etti. Pamuk, Türkiye'deki siyasetçilerin ifade özgürlüğünü değil, kendi koşullarını iyileştirdiğini belirtti.



Zaman

Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :

Etiketler :

Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)