adscode
adscode

Türkiye’de Markaların İsimleri Neden İngilizce?

​Markanın ismi, bir şirketin sahip olabileceği en değerli iletişim gücüdür.

Türkiye’de Markaların İsimleri Neden İngilizce?
Bilim Teknoloji
İyi bir isim, işin en başında markaya güç katar. Marka oluşturan her girişimcinin bu fırsatın bilincinde olması ve hakkını vermesi gerekir. Bir şirketin yapacağı getirisi en yüksek yatırımlardan birisi, markasına vereceği isimdir.

Jack Trout, “Bir şirketin alacağı en önemli pazarlama kararı, markasına koyacağı isimdir.” der.

Markanın ismi, bir şirketin sahip olabileceği en değerli iletişim gücüdür. İyi bir isim, işin en başında markaya güç katar. Marka oluşturan her girişimcinin bu fırsatın bilincinde olması ve hakkını vermesi gerekir.  Bir şirketin yapacağı getirisi en yüksek yatırımlardan birisi, markasına vereceği isimdir.
 
İsmin Marka Hali kitabının yazarı Duygu Phillips, “Marka isimleri bulunmaz tasarlanır.” der. Hakikaten de öyle, doğru bir isim, marka ile müşteriler arasında kurulan ilk bağdır. Her marka ismi –kendi başına bir anlamı olmasa bile-yaptığı çağrışımlar ve taşıdığı sembolik değerlerle mutlaka bir anlam iletir.
 
Markanın ismi, anlam iletme gücüne sahip olduğu için, ismi seçerken sadece yaratıcı değil aynı zamanda stratejik bir düşünceyle  yaklaşmak gerekir. Önemli olan kolay okunan, kolay telaffuz edilen, farklı bir isim koymak kadar ismin oluşturacağı anlamın, markanın yaratmak istediği algıya destek vermesini sağlamaktır. Sadece bir isimle elbette marka olunmaz ama yanlış seçilen isimler ileride telafisi zor durumlara yol açar. Bir şirketin kuruluşunda ya da bir ürünün piyasaya çıkması sırasında yeterince özen gösterilmeden verilen isimler, zamanla şirketlere yük olur. Yanlış bir isim, bir ürünün ya da bir hizmetin elde edeceği potansiyeli engeller. (Bir Markanın En Önemli İletişim Gücü, İsmidir)
 
Hal böyleyken, maalesef  Türkiye’de köklü ailelerin, köklü holdinglerin bundan yıllar önce kurdukları şirketlere, piyasaya çıkardıkları ürün ve hizmetlere verdikleri isimler hiç özen gösterilmeden koyulmuş isimlerdir. O zamanlar Türkiye’de markalaşma bilinci olmadığı için bu konu hiç ciddiye alınmamış, üzerinde neredeyse hiç düşünülmemiş bir konudur.
 
 İyi bir ürün veya hizmete yanlış bir isim verme, benim markalaşma konusunda en çok hayıflandığım konulardan biridir. Sahip olduğu potansiyelin önünde engel olan yanlış isimleri gördükçe, “Keşke doğru bir isme sahip olsaydı. Doğru bir isimle ne kadar değerli olurdu.” diye düşünürüm. İsimin önemini kavramamış şirketleri gördüğüm zaman üzülürüm.
 
Türkiye’de girişimciler, 90’lı yıllardan itibaren markanın bir ürüne veya hizmete  değer kattığını, benzer seçenekler arasından “marka” olanın daha çok tercih edildiğini fark ettiler ve eskiden hiç önemsemedikleri bu konuya daha dikkat etmeye başladılar. Fakat Türkiye’de köklü bir markalaşma kültürü olmadığı için, bu konunun yabancı bir marka ismi koyularak halledileceğini düşündüler.
 
Batı’ya hayranlık Türkiye kültürünün bir özelliği olduğu için, başta İngilizce olmak üzere yabancı bir isim bizim ülkemizde Türkçe bir isimden daha prestijli algılanır. Toplumsal hafızamızdaki bütün “kaliteli” ürünler Batı’dan gelmiş olduğu için, girişimciler ürün ve hizmetlerine yabancı bir isim koyarak “kalite” algısı yaratacaklarını zannettiler. Kozmetik, takı, moda gibi kategorilerde Fransızca; makine, mühendislik alanında Almanca, teknoloji alanında da Japonca isimleri seçtiler.
 
Keşke sadece yabancı dilde bir isim koyarak marka olunabilseydi. İyi bir isim marka olmak için elbette çok önemli ama sadece iyi bir isimle de marka olunmayacağı ortada. İsim, markalaşmanın özü değildir; bir şekil, bir biçim unsurudur. Eğer ürün veya hizmet kaliteli değilse ona kalite algısı uyandıracak yabancı bir isim vermek göz boyamaktan başka işe yaramaz. Markaya yabancı bir isim vererek sağlanacak fayda göz boyamanın sağlayacağı fayda kadardır.
 
Büyük alışveriş caddelerindeki yerli markaların isimlerinin neredeyse tamamı yabancı bir dilde koyulmuş isimler. Yeni yapılan yüksek katlı evlerin, konut alanlarının ve iş binalarının isimleri, “tower”, “plaza”, “residence” gibi yabancı isimler. Çorbadan çoraba, konuttan eğlenceye kadar hayatımızdaki yerli ürün ve hizmetin marka isimlerinin neredeyse tamamı yabancı.
 
Peki, marka ismini İngilizce koymak yetiyor mu? İngilizce isimli markalar “kalite” algısı yaratmaya yetiyor mu? Her duyduğumuz İngilizce markaya koşulsuz güven duyuyor muyuz?
 
İngilizce marka ismi koymamızın sebebi, bir taraftan markalaşmanın gereklerini yapmak yerine konunun sadece biçim şartını yerine getirip özünden kaytarmak ve diğer taraftan da kendimize hiç güvenmeyip Batılılara öykünmektir. Aynı öykünme davranışını  sadece marka ismi koyarken değil, sinemadan edebiyata, siyasetten tıbba kadar farklı alanlarda da görüyoruz. Hayatın pek çok alanında Batılıların salt Batılı oldukları için bizden daha üstün oldukları yanılgısı içindeyiz.
 
Marka ismi, son derece önemli bir konudur. Tasarımından kurumsal kimliğin oluşturulmasına, farkındalık yaratmaktan algı oluşturmaya kadar her aşamada şirket, marka ismine sürekli kaynak harcar ve haklı olarak bütün bu yatırımların karşılığını almak ister. Hepimiz bilinirliği yüksek markalar hakkında olumlu bir algı taşırız. Ünlü olmak cazibe yaratır. Tanınıyor ve biliniyorsa mutlaka iyidir diye düşünürüz.
 
Ancak bir şirket, ne kadar başarılı bir isim seçerse seçsin, sadece iyi bir isim koymakla bir marka yaratamaz. İsim, tüketicilerin dünyasına girmenin ilk adımını oluşturur ama her markanın üstlenmesi gereken birçok sorumluluk vardır. Ancak bütün bu sorumluluklar yerine getirildiği takdirde markalaşma konusunda ilerleme kaydedilir. Marka oluşturmak uzun ve zahmetli bir yol. Kriz dönemlerinde bile markanın istikrarlı bir şekilde, markayı oluşturan değerlerden taviz vermeden, duruşunu hiç bozmadan yoluna devam etmesi gerekiyor.
 
John Sherry’nin de çok isabetli bir şekilde söylediği gibi, markalar bizim aklımıza, duygularımıza, ruhumuza hitap ettiği ve hayattaki “anlam arayışımıza“ cevap verdiği ölçüde güçlenir ve değer kazanırlar.
 
Marka, bir fikir üzerinde inşa edilir. Bir fikirden yola çıkarak bir marka yaratmak için, ürün veya hizmetin rekabetten eksiği olmayacak bir performans standardında olması gerekir. Markalaşmanın olmazsa olmaz şartı başta o ürün veya hizmeti “olması gerektiği gibi” yapmaktır. Değer vaadini yerine getirmeyen hiç bir ürün ya da hizmet -ismi ne olursa olsun- marka olamaz. Markalaşmak,  hem birçok doğruyu aynı anda yapmak hem de bütün bu doğruları uzun yıllar hiç yorulmadan yapmaya devam etmek gerekir.
 
Meseleye bu açıdan bakıldığında marka isminin hangi dilde olduğunun hiç ama hiç bir önemi yoktur. Bir ürün veya hizmetin -ismi ne olursa olsun- marka olmak için, insanların hayatlarına girmesi ve onlara bir anlam ifade etmeyi başarması gerekir.
 
Marka olmanın bütün şartlarını yerine getiren bir ürün veya hizmet, ismi hangi dilde olursa olsun marka olabilir. Hatta bizim kulağımıza marka ismi gibi gelmeyen “Ayşe, Fatma, Hasan, Hüseyin” gibi  isimlerden bile mükemmel markalar çıkabilir.

Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :

Etiketler :

Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)