Okullar açılıyor, yine yeniden sistemde bir çok değişiklik oldu. Muhtemelen uzunca bir süre öğretmenlerimiz bu 'yeniliklere' adapte olmak için uğraşacaklar. Bu hafta dil eğitimi özelinde ancak diğer dersler için de geçerli olduğunu düşündüğüm 'üretkenlik' üzerine görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Üniversitede yöneticilik yaptığım dönemde liseden çıkıp üniversite hazırlık sınıfına gelen öğrencilerde gözlemlediğim en önemli sorunlardan biri konuşma, kendini ifade etmede yaşadıkları zorluktu. Kendi aramızda yaptığımız toplantılarda bu konuyu sıkça tartışır ve aşmak için çözümler üretmeye çalışırdık. Öğrencinin üniversite düzeyine gelene kadar öğrendiklerini kullanamaması, yani üretmeden tek taraflı bir bilgi bombardımanına maruz kalması bunun en önemli nedenlerinden biriydi.
Bunu aşabilmek adına 'sunum' derslerini entegre ettiğimizde aldığımız geri dönüşlerde çoğu öğrencinin hayatında ilk kez topluluk önünde konuştuklarına şahit olduk. Yani öğrenci yabancı dil bilse de bilmese de bunu ifade edecek düzeyde değil.
Ortalama 5 dakikalık bir konuşmada dahi heyecanlanıyor, beden diline hakim olamıyor ve konuyu bilse de tedirginlikten karıştırıyordu. Bunun sorumlusu tabii ki öğrencinin kendisi değil. Eğitim hayatının başından itibaren öğrenme sürecinin içinde yer almayan öğrenci bir süre sonra içine sadece bolca bilgi boşalttığımız birine dönüşüyor. Yıllar geçtikçe bu sorun kronikleşiyor ve var olan bilgiyi nasıl kullanacağını bilmeyen bireyler karşılarına çıkan ilk deneme fırsatında ne yazık ki genellikle kötü tecrübeler elde ediyorlar.
Özellikle yabancı dil öğrenenlerde sıkça duyduğumuz 'anlıyorum ama konuşamıyorum' klişesinin temelinde işte bu 'üretim' eksikliği yatıyor. Öğrendiği kelimeleri, yapıları günlük hayatında neredeyse hiç kullanmayan öğrenciler yıllar içinde devasa bir sorun sahibi oluyorlar.
Bunu aşabilmenin yolu elbette Eğitim Sisteminin üretkenliğe dönül çözümler üretebilmesinde yatıyor. Öğrenci aktif olarak derse katılacak, uygulayarak öğrenecek şeklinde kısaca özetleyebileceğimiz bu metotta öğrenilen bilgi birikmeden kullanılıyor ve pratik sayesinde günlük hayatın bir parçası oluyor.
Peki uygulamak zor mu? Evet, hem de çok zor. Yılların alışkanlıkları, yanlış üzerine kurulu devasa bir sistem, önyargılar aşması gerçekten çok büyük sorunlar.
Peki uygulamak kolay mı? Aslında bunun da cevabı evet. Dünyada başarılı uygulamaları almak yerine, başı sonu belli olmayan, yetkinlikleri tartışılır isimlerin hazırladığı adı yeni ama özünde çok eski maceralar peşinde koşmamak mesela iyi bir başlangıç olabilir. Sık sık sistem değiştirmemekte...Aslında işin temelinde kararlı olmak, bilime önem vermek ve liyakat yatıyor.
Bu saydıklarımın hakim olduğu bir eğitim dünyası ve ülke özlemiyle yazımı bitiriyorum. Son olarak bu hafta yıldönümü olan 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyor, Atatürk ve yol arkadaşlarını minnet ve saygıyla anıyorum.