Neredeyse her gün genç neslin suça ve sapkın davranışlarına yönelik yapılan haberleri adeta kanımızı donduruyor. Birçok duyarlı ebeveyn telaş içinde. Özenle yetiştirmeye çalıştıkları evlatları nasıl bir toplum içinde yaşayacak bunun kaygısını taşıyor.
Çocuklarımız hangi ortamda yetişiyor? Gençlere ne oluyor?
Siber ağlarda sosyalleşen ve takılan gençler ebeveynleri çok korkutuyor. Gün geçmiyor ki psikopat, sosyopat eğilim gösteren, sanal oyun dünyası ile gerçekliği ayırt edemeyen, cinsel saplantı ve sapkınlığa düşen, adeta suç makinesi haline gelen ve madde bağımlısı olan gençlerin haberi yapılmasın. Her geçen gün sapkın inanç ve tarikatlara kayan gençler de cabası…
Ülkenin geçmişten getirdiği yerleşik kültürel yapı ve inanç sistemi; teknoloji, internet, yapay zekâ ile hızlı bir gelişim ve değişim yaşıyor. Bu da haliyle ülkeyi sosyolojik bir çözülme ve evrilme sürecine sokuyor. Tüm bu değişimin farkında olan duyarlı bazı ebeveynler, bu sosyolojik değişim ve dönüşüme karşı tedbir olarak sera eğitimi olarak ifade edebileceğim modeli uyguluyor. Ne var ki sera koşullarında filizlenen bu çocuklar dış ortama; sokak ve okul ortamına karıştığında(Sosyal İklim) uyum ve adaptasyon sağlayamıyor.
Sera eğitimi olarak adlandırdığımız bu modelle duyarlı ebeveynlerin okul çağına kadar daha çok evde çocuklara verdikleri özel eğitim uygulamaları okul çağına veya çocuğun sokaktaki sosyalleşme sürecine kadar iyi gibi görünse de asıl sorun işte o zaman başlıyor. Genel sosyal iklimden bağımsız olarak evlerde, özel kurslarda ve kreşlerde toplumsal ve insani değerler ile özenerek yetiştirdiğimiz evlatlarımızı maalesef oluşturduğumuz bu seradan çıkarıp sosyal iklime saldığımızda ortaya çıkan sonuç tıpkı serada yetiştirilen bitkinin sera dışındaki ortama alındığında bozulup çürümesinden farksız oluyor.
Burada üzerinde durulması gereken konu sosyal iklimin de sera eğitim modeli gibi geliştirilmesidir ki bu da kolektif bir pratik ile mümkündür.
Peki, nedir bu sosyal iklim?
Bu iklimi, toplumsal hayatımıza şekil veren kültür ve inanç kavramlarıyla da ifade edebiliriz. Her toplumun yüzyıllarca hatta binlerce yıllık bir pratik ile tecrübe edip getirmiş olduğu yaşama biçimi, bilgi birikimi ve ortak davranış modeli olarak da tanımlayabiliriz. Tüm bunlar toplumun geneli tarafından benimsenip içselleştiriliyordu. Yani önceleri ailelerin evde çocuklarına verdiği eğitim, mahallede ve sosyal yaşam içinde diğer bireyler ve sosyal gruplarla da desteklenip pekiştiriliyordu. Bu şekilde her toplum kendine has bir doku, inanç ve sosyal iklimini oluşturuyordu. Günümüzde ise tıpkı küresel ısınmanın iklim değişikliğine neden olduğu gibi sanal ve dijital fırtına da hızla gelişen teknoloji ile sosyal iklimi değiştirip yüzlerce yıllık sosyalleşme biçimini de değişime uğratıyor.
Öyle ki önceleri sağlıklı nesillerin yetişmesi, ailede çocuğa verilen ilk eğitimin sosyal yaşamdaki iklimle tamamlanması ile mümkün oluyordu. Yani birbiriyle uyum içindeydi. Oysa şimdi sanal ortamlar vesilesiyle kültür- inanç temelli toplumlar yerini sanal-dijital sosyal ağ iklimine bırakmış durumda…
Bu sosyal ağ iklimine karşı ebeveynlerin geliştirdiği tutum ise sera eğitimi dediğimiz modeli zorunlu kılıyor ki bu da sürdürülebilir değil. Çoğu zaman çevremizde “Evde çocuğa nezaket kurallarını, doğru iletişim becerilerini, saygı, empati, yardımlaşma, paylaşma vb. alışkanlık ve becerileri öğretiyoruz ancak çocuk okula başlayıp sokağa karıştığında maalesef tüm bu davranışlar yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor. İlk olarak sosyal ortama uyum sağlayamadıklarından dışlanıp zorbalığa maruz kalıyorlar. Akabinde çocukların dil ve konuşma becerileri bir süre sonra da davranışları bozuluyor.” gibi şikâyetleri çokça duyuyoruz. Yani seradan çıkan çocuklar sosyal iklimde bozulmaya başlıyor.
Toplumsal olgulara çözüm önerimiz kısmi ya da parçalı olarak değil, bütüncül, sağlıklı sosyal bir iklimle olmalıdır. Şu anki yaşadığımız durum tıpkı hasar gören beynin vücut organlarına gerekli sinirsel sinyalleri yollayamadığı için işlevini kaybetmiş olan kol ve bacakları fizyoterapi ya da ameliyat ile tedavi etmeye benziyor ki bunların bir faydasının olmayacağını da biliyoruz. Problemi sadece eğitim kurumuyla değil ekonomi, din, sağlık, hukuk, güvenlik, siyaset gibi toplumun bütün kurumlarıyla ortak bir çalışma devleti ve halkıyla sivil toplumsal uzlaşı ile çözebiliriz. Önce beyin sonra organlar…
Toplumsal reformunu bu şekilde bütünsel bir yaklaşımla yapabilen Singapur, Japonya, Finlandiya, Almanya en güzel örneklerden…