adscode
adscode

İşsizlik mi, iş beğenmemek mi?

İki akademisyen Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu ve Doç. Dr. Kezban Çelik bu sorunun yanıtı için hem genç işsizlerle hem de işverenlerle görüşerek bir araştırmaya imza attı.

İşsizlik mi, iş beğenmemek mi?
Türkiyeden Haberler
 Araştırmada ortaya çıkan bulgulardan öne çıkanı, işverenlerin gençlerden fedakarlık istediği. Genç işsizler ise, eğitimli olmalarının ciddiye alınmasını ve düzenli çalışma saati arayışında. İşverenler için kişilik özellikleri diplomadan önce geliyor. Araştırmanın ortaya çıkardığı bir diğer gerçek de, işverenlerin zihinsel emeğe olan taleplerinin azlığı.

Son iki yıl içinde başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iş dünyasının bazı yöneticilerinin işsizlik üzerine söyledikleri bu şekilde. Söylediklerinin özeti; "İşsizlik yok, iş beğenmemek var."

ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu ve 19 Mayıs Üniversitesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Kezban Çelik bu konuyu araştırdı. Araştırmanın tam adı; "İşsizlik Yok, İş Beğenmeme var!: Farklı Aktörlerin Gözünden Genç İşsizliği Nedenlerini Anlamak".

İki akademisyen, "İşsizlik yok, iş beğenmemek var" cümlesinin doğruluğunu araştırmak için, hem işverenlerle hem de genç işsizlerle görüştü.

Araştırmada Samsun'da aralarında 120 işçi çalıştıran, ürettiğini ihraç eden fabrika sahibiyle de, 7-8 işçi çalıştıran işletme sahibi ile de görüşülmüş. Doç. Dr. Çelik, görüştükleri işverenlerin yüzde 90'ının KOBİ olduğunu, bunun da Türkiye ortalamasına denk geldiğini söylüyor. Genç işsiz tarafındaysa aralarında üniversite mezunlarının çoğunlukta olduğu 15-25 yaş aralığındaki 20 erkek ve 20 kadın işsizle derinlemesine mülakatlar yapılmış.

Araştırmayı gerçekleştiren isimlerden Doç. Dr. Kezban Çelik ile işverenler ve genç işsizlerle yaptıkları görüşmeden elde ettikleri sonuçları konuştuk.

"Eğitimli gençler daha işsiz"

Araştırmanızda ne öğrenmeyi hedeflemiştiniz?


Türkiye, 2000'li yılların başından bu yana her ülkenin tarihinde bir kere yaşayabileceği demografik geçişi yaşadı. Türkiye, bu demografik geçişini tamamladı, kentlileşti, eğitim oranları artmaya başladı. Büyük bir genç nüfusla karşı karşıya kaldı. Türkiye nüfusunun yüzde 16,4'ü, 15-24 yaş aralığında. Bu, Avrupa'nın en genç nüfusu demek. Eğer ülkeler, tarihlerinde bir kere yaşadıkları bu demografiyi iyi kullanabilirlerse, yani genç nüfusu üretken kılabilirlerse, ülke kalkınması için büyük bir fayda sağlayabilirler. Eğer bu fırsatı değerlendiremezseniz, bu kez bu nüfus sıkıntı olarak karşınıza çıkıyor. Bu nedenle genç işsizlik konusu, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye için de önemli bir konu. Türkiye'de iş piyasasında şöyle bir genel söylem var; "Gençler iş beğenmiyorlar, rahat iş tercih ediyorlar, masa başı iş istiyorlar." Bunun kısmen gerçeklik payı var. İşsizliğe baktığımızda, eğitimli gençlerin daha fazla işsiz olduğunu görüyoruz. Ancak genç işsizliğin bu kadar yüksek olmasını, sadece gençlerin iş beğenmemesi ile açıklayamayız diye düşündük ve araştırmaya karar verdik. Burada sadece gençlerin bakış açısına bakmayalım; İşverenler ne düşünüyor, "Gençler iş beğenmiyor?" söylemi nasıl üretildi, bunun nedenlerine bakalım dedik.

İşveren: "Hemen ücret sorulmamalı, sebatkar olunmalı"

Önce işveren cephesine bakarsak, işverenler nasıl bir genç çalışan istiyor?


İşverenler diyor ki; "Burada işin nasıl yapıldığını ben biliyorum, bu işi ben kurdum, yapabileceğimin sınırlarını da biliyorum. Benim istediğim çalışan, buranın belirlenmiş işinde, benimle birlikte, benim kadar, hatta benden daha fazla çalışmalı, sorumlu olmalı, hemen ilk planda ücret sormamalı, sebatkar olmalı. Ben ne yaptım, düşük ücretle çalıştım, işi öğrendim, para mara demedim. Onlar da gelecekler kaç lira demeyecekler, hafta sonu demeyecekler."

İşverenler çalışanların haklarını değil sorumluluklarını önceliyor, hatırlatıyor. "Hak ettiğine inanırsam, veririm zaten" diyor. İşverenler gençlerden ilk planda fedakar olmalarını istiyor.

Bu taleplere gençlerin yaklaşımı nasıl?

Gençler bu talepleri, sessiz olma, modern köle olma, çok çalışma gibi tanımlıyorlar. Gençler, eğitimlerine uygun iş arıyorlar. Çünkü onlara, Türkiye'de toplumsal katmanları yukarıya doğru tırmanmanın kabul edilmiş birinci yolu olarak "Okuyun" denmiş. Yukarı tırmanmak için eğitimden başka yol yok. Onlar da aldıkları eğitime uygun işler istiyorlar.

Bu eğitimli olma hali, diploma işverenler için önem taşımıyor mu?

Hizmet sektörü işverenleri, "Tabii ki üniversiteli ile çalışmak isterim, ama illa ki üniversiteli olsun diye bir talebim yok" diyor. "Hatta üniversite mezunu çok istemiyorum, çünkü gözü dışarıda oluyor, kolayca gidiyor" yaklaşımı da var. "Ben burayı benimseyecek, bu işyerini fırsat olarak görecek insanlarla çalışmak istiyorum" diyor. İşverenler, çok fazla zihinsel emek talep etmiyorlar. Bunun dışında mütevazı, çalışmaya hazır, çabuk yorulmayacak, işi öğrenmek isteyecek, gerektiğinde fazla mesai çalışması yapabilecek, güler yüzlü, iyi niyetli, güvenilir, sorumluluk sahibi çalışan arıyorlar. Özellikle hizmet sektöründe işverenler eğitim, diploma üzerinden değil kişilik özellikleri üzerinden çalışan tanımlaması yapıyor. Bizim duygusal emek dediğimiz, "Her zaman müşteri haklıdır" diyen, gülümseyen çalışan arıyorlar. Bunlar birinci derece arananlar. Bunlardan sonra, "Diplomaları, sertifikaları olursa iyi olur" diyorlar. Talepleri zihinsel emeğe değil, duygusal emeğe.

"Gençler yaratıcı, enerjik, yeniliklere açık olma özelliklerini kullanmak istiyorlar"

Eğitimli yani üniversite mezunları genç işsizlerin aradıkları ne?


Gençler, eğitimlerine uygun iş istiyorlar. "Ben ilkokuldan bu yana test çözerek geldim, uzun eğitim aldım, üniversiteye girdim, eğitimime uygun iş arıyorum, başka bir şey de bilmiyorum" diyorlar. Gençler eğitimleri dışındaki işlere de açıklar aslında, ama sözlerine genellikle "Bildiğiniz gibi değil" diye başlayıp "Çalışma saatleri çok uzun, günde 11-12 saat çalışıyorsunuz, asgari ücret bile iyi ücret sayılıyor, bazen onu da vermiyorlar, haftanın 6 günü çalışmamız isteniyor. Hatta tek izin gününü hafta içi kullandırma eğilimi var" diyorlar. Gençler, eğitimlerine, diplomalarına uygun, daha masa başı, daha zihinsel becerilerini kullanabilecekleri işler talep ediyorlar. Daha aşağıya da gelmeye razılar ama çalışma koşullarının düzeltilmesi ile razılar. Öncelikle eğitimlilik hallerinin tanınmasını istiyorlar. Bu kadar kıymetsiz hale getirilmesine içerliyorlar. Çalışma dünyasına baktığımızda da bunu talep edecek sınırlı bir çalışma dünyası var. Gençler yaratıcı, enerjik, yeniliklere açık olma özelliklerini kullanmak istiyorlar ama bunu nerede kullanacaklarını bilmiyorlar. İşverenler, onların bu söylemleriyle aynı fikirde değil. İşveren onlara, "12-13 saat çalışır mısın? Bunu 1000 TL'ye yapar mısın?" diye soruyor.

Gençlerin hepsi kesinlikle KPSS'ye (Kamu Personeli Seçme Sınavı) hazırlanıyor. Onların istedikleri işe karşılık gelecek iş, devlet işi. Neden devlet işi? Parası, saygınlığı değil. Bunlar da önemli ancak daha fazla düzenli bir yaşam planlaması için istiyorlar. Geleceği öngörülebilir, resmi tatilleri var, az çok da alacağın belli. Gençler sadece rahat iş istemiyorlar, istikrarlı bir iş istiyorlar. Gençlik dönemlerini artık sonlandırmak, kendi hayatlarını kurmak istiyorlar. Babalarından dolmuş parası istemekten incindiklerini söylüyorlar. Aile desteğinin inciticiliğini yaşıyorlar.

"Stratejik bir karar vermek gerekiyor"

Bütün bu tablo bize ne söylüyor? Bilim insanı gözünden baktığınızda çözüm, çıkış nerede? Genç işsizler ve işverenlere arsındaki bu farklı yaklaşımlar, nerede, nasıl birleşir?

Türkiye iş piyasasının genel dinamiğini dikkate almadan eğitimli genç işsizliği analiz edebilmemiz çok kolay gözükmüyor. Bizim nasıl bir iş piyasamız var, neler üretiyoruz, bunun içerisinde bizim zihinsel emeğe ne kadar ihtiyacımız var? Bu soruların cevaplarını iyi vermemiz gerekiyor. Yoksa da yoktur.

Diplomalı insana ihtiyaç duyan, yaratıcılığa, inovasyona dayalı üretim yapan ne kadar işverenimiz var? Bunu bilmemiz gerekiyor. 8-10 kişi çalıştırıp, bu küresel dünyada kendini ayakta tutmaya çalışan bir işverenin üzerine yıkamayacağımız kadar önemli bir konu bu. Bu işletmelerin büyümeleri gelişmeleri gerekiyor ve böyle bir kaynakları yok. Bu işletmeler yaratıcı, yenilikçi insana ihtiyaç duymuyorlar. Eğitimli gençler de aldıkları eğitimin kıymeti olsun istiyorlar. Hemen belirteyim bu diploma enflasyonu sadece Türkiye'nin sorunu değil. Bu kavramın üreticisi Fransa'dır. Küresel olarak diplomaların getirisi düşüyor. Şimdi burada stratejik bir karar vermek gerekiyor. Bir yumurta tavuk ilişkisi durumu var. Acaba önce gerçekten eğitime yatırım yapıp, eğitimli iş gücü ile bir kalkınma mı? Sorgulayan, eleştiren bir eğitim sürecinden geçireceğiz ki onlar böyle bir piyasa yapacaklar. Doğru olan da bu, ama buna çok inanmak ve bunun üzerine yatırım yapmak gerekiyor. Diğeri de iş piyasasını, işverenleri desteklemek, onları büyütmeye onları güçlü kılmaya, bu alanda rekabet edecek hale getirmek. Pompa üreten bir fabrikaya araştırma, geliştirme desteği verilirse o da diplomalı mühendis istihdam eder. İş piyasasını destekleyerek oranın, zihinsel emeğe olan gereksiniminin artırmak mı? Yoksa bütün enerjimizi eğitime vererek dünyayı algılayan eğitimli iş gücü üretmek mi?

Sorunumuz fazla sayıda diploma olması ama iş dünyasının da bu kadar diplomalıya ihtiyacı yok. Ben böyle diye eğitimden vazgeçilmemesi gerektiğini de düşünüyorum. Bütün kalkınma göstergelerimiz eğitimle birlikte artıyor. Burası da ihmal edilmemeli. "Bizim bu kadar eğitimli iş gücüne ihtiyacımız yok, o zaman üniversiteleri azaltalım" bakışı da yanlış.

İki taraf da yapısal bir meseleyi bireysel açıklamalarla çözmeye çalışıyorlar. Bütün bunları, ne sadece gençlerin iş beğenmemesi ile ne de işverenlerin muazzam artmış beklentileri ile açıklayabiliriz. İki tarafın gerekçeleri de bireysel durum pozisyonlarını koydukları yer de yapısal aslında. İşveren diyor ki; "Bütün bu dünyanın içinde, ben ancak bu kadar yapabiliyorum onun için böylesine ihtiyacım var." Genç de diyor ki; "Ben de böyle yapmak, böyle yaşamak istiyorum." İki taraf da kendi pozisyonlarını gerekçelendirirken haklı ama suçlamada iki taraf da kolaycılığa kaçıyor. Genç, işvereni suçladığında buradan bir pay alamıyor, işveren de genci suçladığında buradan bir şey elde edemiyor.

Araştırmanızda dindarlık düzeyinin, mezhebin ve etnik kökenin iş bulmada önemli olup olmadığına da baktınız ne çıktı?

"Dindarlık ve mezhep meselesi, hiç önemli değil" deniliyor. Özel sektör, bu tür farklılıkları hiç önemsemiyor. Çok az sayıda ahlakı dinden üreten işveren ile karşılaşmamıza rağmen büyük çoğunluk "Hayır önemli değil, benim için düzgün, çalışkan olsun yeterli" dediler.

Bu konuda gençlerin yaklaşımı nasıl?

Gençler kamu eliyle dağıtılan fırsatlarda bunun çok açık olduğu görüşünde, "Eğer mevcut hükümete, yani AK Parti'ye yakın değilseniz fırsatlardan yararlanamıyorsunuz" dediler. "İş-Kur'dan, belediyelerden, halk eğitimden gelen iş fırsatları AK Parti'ye yakın olanlara gidiyor" dediler. İşsiz gençler, iyi bir iş fırsatı için dindar iyi bir Müslüman olmanın da yeterli olmadığını, mutlaka partide çalışmak gerektiğini, partide görünür olmak gerektiğini de söylediler. Bu yaygın duyduğumuz bir söylemdi. Gerçek böyle olmayabilir belki ama yaygın bir söylem olarak bunlarla karşılaştık. Gençler özel sektördeki iş fırsatları için böyle tanımlamalar yapmadılar.

Al Jazeera Türk

Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :

Etiketler :

Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)