Edirne’ye çok kez gittim ama bu defa bir bilenle gezdim. Kentine âşık gönüllülerin donanımı, heyecanı, anlatımı hiç kimsede yok. Paylaşımları ne resmi bir söylem içerir ne de kırgınlık ve kızgınlık yüklüdür. Sadece mekânları gezdirir, hikâyeleri paylaşır, yorumunu size bırakırlar.
Gezilerde hep onlardan birini ararım, çünkü kentlerin binlerce yıllık tarihini, tüm yönleriyle, sanki onlarla birlikte yaşıyor gibi olursunuz.
Edirne’yi her ne kadar Osmanlı’nın başkentlerinden biri olarak hatırlasak da, 6 bin yıllık bir tarihe sahip. Efsanelere göre olmazlardan birini barındıran bir kent. Dünya üzerinde üç nehrin (Meriç, Tunca, Arda) birleştiği ender kentlerden biri. Bizden önce de dönemin en büyük medeniyetlerine ev sahipliği yapmış!..
Osmanlı’nın dünyaya açıldığı, Fatih’in doğup, büyüdüğü, İstanbul’u alma planları yapıp, hayata geçirdiği bir kent.
Fatih’in doğduğu, büyüdüğü, öğrenim gördüğü, koştuğu, düştüğü, ağaçlara tırmandığı yerler ilginç mi ilginçti.
Fatih, öylesine yaramazdır ki ele avuca sığmaz, hocalarına kök söktürür. Bu durum babasının da kulağına gider ve hocalarıyla oturup bir mizansen hazırlarlar.
Fatih’in yine kök söktürdüğü bir anda, sınıfın kapısı çat kapı açılır içeriye Padişah 2. Murat girer.
Herkes şaşkındır, hep birlikte ayağa kalkarlar ama ders veren Akşemsettin Hoca’nın tepkisi çok farklıdır. “Derhal dışarı çıkın ve ders bitinceye kadar bekleyin” der. Herkes gözlerine inanamaz ama en çok şaşıran da Şehzade Mehmet yani Fatih olur. “Sultana bunu yapan bana ne yapmaz ki” deyip, konulan kurallara uymaya başlar. Kimileri efsane dese de o sahnenin yaşandığı yerde bu hikâyeyi dinlemek insanı etkiliyor. Hele ki o kapıdan girerken!..
Kent 1. Murat tarafından fethedilmiş (5 Mayıs 1361), 2. Murat tarafından da imar edilmiş.
2.Selim tarafından yaptırılan ve dünyanın en büyük, en görkemli camilerinden olan Selimiye’nin hikâyesi ise saatlere ve günlere sığmayacak kadar çok.
Örneğin kimileri 90 yaşında dese de Mimar Sinan, bu “ustalık eseri”nin inşaatına 80 yaşında başlamış. Kubbesi, o dönem dünyanın en büyük kubbesine sahip Ayasofya’yı geride bırakmış.
Her karesinde farklı bir ayrıntı var. Bilinenlerin dışında iki ayrıntıyı yeni duydum. İlki Floransa’dan gönderilen sütun. Padişah görünür bir yere koy dese de, Mimar Sinan, caminin içine değil, bahçe duvarının en arkasında bir yeri layık görmüş!. İkincisi ise minik bir Kâbe taşı. Yere düşmüş ve bir türlü yerine yerleştirilememiş. Bunun üzerine İslam âlimleri, bu kutsal taşın, inşaatı süren en görkemli camiye yerleştirilmesine karar vermişler ve Selimiye’ye göndermişler. O taşı gösteren de, hikâyesini anlatan da hiç olmamıştı.
Alman Ursula Nedelbak’ın da söylediği gibi “Dünyadaki sanat eserleri gökteki yıldızlar misalidir. Ayasofya bir ay, Selimiye ise güneştir” demesi ve 2011’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması tüm bu ayrıntılarda gizlidir.
Ve Edirne, en bilineni o olsa da, sadece Selimiye’den ibaret değildir. Yüzlerce, binlerce olağanüstü tarihi esere, yaşanmışlığa, sinagoglara, kiliselere ve hoşgörüye hâlâ ev sahipliği yapıyor.
Tarih öğretmeni Yılmaz Kahrıman Hocamızla Edirne turu unutulmazdı. Daha uzun süreli olanı için gün sayıyorum...