adscode
adscode

“Doktorayı neden bırakıyorum”

Gençlere ve ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük, onları eğitime ve bilime küstürmek olur!..

aguclu@milliyet.com.tr




Üniversiteyi yarıda bırakanların fazlalığı dikkat çekiciydi. Aynı süreçte doktora yapanlar sayısında da müthiş artış vardı. Görünen o ki lisansüstü eğitimde de kazan kaynıyor. Amaç bilim üretmek mi yoksa ego yarışı mı? 

Eğitimde amaç ve hedefler gibi standartlar da yeniden belirlenmeli. Her üniversitenin kendisine göre bir misyonu ve vizyonu olmalı ve bu çerçevenin dışına çıkılmamalı. 

Daha önce de defalarca yazdık, bir kez daha hatırlayalım: 

Gençlere ve ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük, onları eğitime ve bilime küstürmek olur!.. 

Böylesi bir dayatmaya hiç birimizin hakkı yok. Olmamalı da. 

Hataları varsa onları düzeltmek, 

motivasyonları eksikse bunu yükseltmek, 

endişeleri varsa kendilerini rahatlatmak 

hepimizin ama özellikle de öğretim kadrolarının birinci önceliği olmalıdır… Kazanmak zor, kaybetmek kolay 

Aşağıdaki satırlar idealist bir eğitim ve bilim gönüllüsünün doktora serüvenine ait 

Neden böylesi bir yola çıkmış, neden bırakma noktasına gelmiş, gelin hep birlikte okuyalım: 

“Yazılarınızı yıllardır takip ediyorum. 

Bugünkü yazınız benim tam da üniversite doktora eğitimimi sonlandırma kararı aldığım günlere denk gelmesi nedeniyle size bazı görüşlerimi aktarmak istedim. 

Bendeniz 43 yaşındayım. Lisans ve tezli yüksek lisans eğitimimi bundan yaklaşık 20 yıl önce Uludağ Üniversitesi'nde tamamladım. İnsan Kaynakları mesleği üzerine yöneticilik yapmaktayım.

Geçtiğimiz sene tamamen yeni bilgiler kazanmak amaçlı ikamet ettiğim şehrin üniversitesinde doktora eğitimine başladım. Aradan üç eğitim dönemi geçti ve ben doktorayı bırakmaya karar verdim. 

Sebeplerine gelince... 

Birincisi akademideki birçok eski akademisyen, sonradan akademiye katılan hocalarımıza karşı bir cephe oluşturmuş durumda. 

Kendilerini tanıtırken bile “ben asistan kökenliyim, sonradan akademiye dahil olmadım”, diye tanıtıyorlar. 

Onlarda oluşan bu tavır işlerine de yansıyor. Öğrencilere tepeden bakıyorlar, işleri zorlaştırarak kendilerinin farklı olduklarını hissettirmeye çalışıyorlar. Bu durum sadece okuduğum üniversiteye özgü değil. Diğer üniversitelerde de aynı durumların olduğunu arkadaşlarımdan duyuyorum. 

İkincisi, yine -asistan kökenli- akademisyenlerden kaynaklı bir durum olarak, üniversitelerde ciddi bir şekilcilik, miktarcılık ve aşırı eleştiricilik söz konusu. 

Yapılan ödevin veya hazırlanan akademik bir çalışmanın içeriğinden önce şekline ve miktarına bakılıyor. 

Bir makale mi yazdınız, en az 20 sayfa olmalı, iki kişi yazdıysanız en az 30 sayfa olmalı gibi beklentiler var. Yazdığınız makale harika bir konuyu ele almış olsa bile, konuyla ilgilenmek yerine, kaynakçayı yetersiz bulma veya teorik kısımların yeniden yazılmasını isteme veyahut cümlelerin -maktadır, -mektedir diye bitmesini isteme gibi bitmeyen anlamsız isteklerle yapılan çalışmayı değersiz hale getirebiliyorlar. 

Üçüncü ve son olarak da, 20 yıldır iş hayatının içinde biri olarak ve kurumsal şirketlerde yöneticilik yapmış biri olarak, isterdim ki, akademi bendeki bu pratiklerden faydalansın, üniversite ile iş dünyası arasında bir köprü olayım. Ama ne mümkün! O kendilerini "onlar var ise akademi de var" egosuna kaptırmış olan bazı sözde hocalarımız, en doğrusunu biz biliriz, iş dünyası ne öğrenecek ise bizden öğrensin büyüklüğü içindeler. 

Ben biliyorum ki, sayın rektörlerimiz çok yoğunlar ve sadece üniversitenin içinde değil, üniversite dışındaki paydaşlarla da sürekli çalışmalar yürütüyorlar ve bu yüzden bu olanlardan bence haberdar değiller.

Köşenizde bu konuya dile getirirseniz size müteşekkir olurum. Avrupa ve Amerika'daki üniversitelerde bu durumun böyle olmadığını biliyorum. Orada yazılan makalelerin sayfa sayısından ziyade, bilime ne kadar değer kattığına bakıldığını biliyorum. Eğer biz onlar gibi olmaz isek gençlerimiz üniversite eğitimleri için yurtdışına yönelmeye devam edecekler. Dünyanın ilk 1000 listesindeki üniversitelerimizin sayısı daha da azalmaya devam edecek. 

İsmimi ve üniversitemin adını üçüncü kişilerle paylaşmazsanız memnun olurum. 

Eski zamanlardaki gibi üniversitelerimizin şekle değil, bilgiye odaklanan hale geri dönmeleri dileğimle…” 

Üzücü bir durum ama tüm üniversitelerimizi ve tüm hocalarımızı aynı kefeye koymak hataların en büyüğü olur. 

Görünen o ki yeni kurulan üniversitelerin pek çoğunda benzeri sıkıntılar yaşanıyor ve kurumsallaşmaları zaman alıyor. 

Bu noktada rektör ve dekanlara büyük görev düşüyor. Eğer onlardan kaynaklanan böylesi bir durum söz konusuysa da YÖK’ün devreye girmesi gerekir. 

Üniversiteler hiç kimsenin babasının çiftliği değil ve amaçları bellidir. Onun dışında ego yarışına girmek ya da eksikliklerini farklı yönlerde kamufle etmek ne üniversiteye ne de öğretim üyelerine yakışır. 

Bugün onların öğrencilerine yaptığını yarın başkaları da onlara yapabilir! 

Birinci önceliğin saygınlığa, liyakata, bilime dayalı bir ortamın yaratılması olmalıdır…


Emoji ile tepki ver!

Bu Yazıyı Paylaş :

    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)