adscode
adscode

İbrahim Çeçen: Üniversite, çölde bir vaha gibi olmalıdır...

“Ülkemin eğitim ihtiyaçlarına katkıda bulunabilmek, hayatımın her döneminde önem verdiğim bir konu oldu. 1998 yılında yaptırdığım ikinci okul olan 16 derslikli İbrahim Çeçen İlköğretim Okulu’nun temel…

İbrahim Çeçen: Üniversite, çölde bir vaha gibi olmalıdır...

 

Röportaj: Dr. Meral Dinçer

 

Bu sözlerin sahibi İbrahim Çeçen 1941 yılında Ağrı’da doğuyor. İlk, orta ve lise öğrenimi Ağrı’da tamamladıktan sonra, Cumhuriyet Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun oluyor. 1964’te çalışma hayatına atılıyor ve 1969’da İçtaş İnşaat’ı kuruyor. Halen inşaat, enerji, turizm, sanayi, hava ve deniz liman işletmeciliği sektörlerinde 30’dan fazla şirketin bağlı olduğu IC Holding’in Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyor. Türkiye’nin kalkınmasına katkıda bulunmak amacıyla birçok atılımda bulunan İbrahim Çeçen, eğitim, sağlık, spor ve sanat alanlarında katkılarından dolayı 2007 yılında TBMM tarafından “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” ile ödüllendirildi. Gurur duyulacak bir yaşam öyküsüyle karşı karşıyayız. İbrahim Çeçen ile tüm bu süreci konuştuk.

 

Çok yoğun ve başarılı bir iş hayatı sürecinde Vakıf kurma düşünceniz nasıl oluştu? Vakıf kurmak sizce neden önemli?

 

Bu ülkenin yetiştirmiş olduğu bir iş adamı olarak, ülkeme sosyal sorumluluk bilinciyle hizmet vermek ve bir anlamda bu topraklara borcumu ödemek yükümlülüğü ve zorunluluğu fikrini daima yüreğimde taşıdım. Bu sorumluluk duygusu ile ülkeme yapılacak en önemli ve anlamlı yatırımın, “Eğitime verilen destek olduğu” kanaatinden yola çıkarak, 1984 yılından beri öğrencilere karşılıksız burs veriyoruz. Önceleri bu verdiğimiz burslar pek kayda almadığımız yardımlar şeklinde oldu. Burs sayıları artınca kurumsal bir yapı içerisinde olmasının doğru olduğunu düşündük ve bunun için de 2004 yılında İbrahim Çeçen Vakfı’nı kurduk. Ancak bu eğitim katkıları ile sınırlı kalmak yeterli gelmedi. Vakfın faaliyetleri içine sağlık, spor ve kültür konularını da ekledikten sonra bir adım daha atarak, vakfımızın kültürel etkinliklerine ev sahipliği yapması için IC Sanat Galerisi’ni kurdum.

 Vakfı kurmanın önemli bir amacı da benden sonra çocuklarımın bu işi devam ettirmelerine imkan verecek, denetimi sağlanabilen, devamlılığı söz konusu olan kurumsal yapıyı oluşturmaktı.

 

Bugüne kadar binlerce üniversite öğrencisine karşılıksız burs verdiniz ve halen de veriyorsunuz, bu sizde nasıl bir duygu uyandırıyor?

 

 İnsanlara yardım ettiğinizde, hele ki bu yardımın yerine ulaştığını ve olumlu sonuçlar yarattığını gördüğünüzde çok mutlu oluyorsunuz. Nasıl ki; bir ağaç dikersiniz, onun büyümesini izlersiniz, meyve verdiğine tanıklık edersiniz ve tüm bu süreçten büyük mutluluk duyarsınız. Burs da aynen buna benzer, çok kutsal kabul ettiğim bir iştir. Burs verdiğimiz öğrencilerin, okullarını bitirdikten sonra kendilerine, ailelerine, ülkeye yararlı birer birey olduklarını görmek bize gerçekten tarifsiz bir mutluluk yaşatıyor. İş hayatlarında başarılı olmaları bizleri ayrıca gururlandırıyor.

 

Bursiyerlerimiz çok başarılı

 

İnsanlar hayatlarında mutluluk duyduğu şeyleri sürekli yapmak isterler. Bizler de burs vermeye devam edeceğiz. Olanaklarımız çerçevesinde, her geçen yıl artırarak burs vermeyi sürdüreceğiz. Bizi gururlandıran bir başka konu da şimdiye kadar burs verdiğimiz öğrencilerden çok iyi sonuçlar almamız. Hemen hemen herkes okulunu bitirdi. Neredeyse yüzde yüze yakın bir başarı söz konusu. Demek ki iyi izlemiş, doğru öğrencileri seçmişiz diye düşünüyorum.

 

Üniversite düşüncesi sizde nasıl oluştu?

 

Ülkemizde yaşanan işsizliğin, ekonomik kalkınmanın önündeki engellerin başında eğitim eksikliğinin geldiğini düşünüyorum. Eğitim konusu çözülmeden bu sorunların ortadan kalkmayacağına inanıyorum. Bu düşünceden yola çıkarak, imkanlarımı eğitime katkı sağlama amacıyla kullanmaya karar verdim. Türkiye’nin en fakir ili Ağrı’da -ki benim de yetiştiğim büyüdüğüm, çocukluğumun geçtiği ildir- eğitim kurumları kurarak başladım bu faaliyetlerime. 1986 yılında bir ilkokul yaptım. Sonra 16 derslik, yani sekiz yıllık bir ilköğretim okulu ile devam ettim. Erzincan ve Ankara Lalahan’da iki ilköğretim okulu daha yaptırdım. İmkanlarımız artınca bir fakülte yapma arzusu doğdu, bu yolda çalışmalar yaparken bir üniversite yapmanın daha doğru olacağını gördüm. Ağrı’nın sosyal, kültürel ve ekonomik yönden gelişimine çok büyük fayda sağlayacağını düşündüm. Üniversite fikri kafamızda oluştu ama gerçekleştirmek için uzun yıllar uğraştık. Maalesef bazı bürokratik engellerle karşılaştık. Bir hayli geciktikten sonra 2007 yılında hükümet Ağrı’ya üniversite kurma kararı aldı. Resmi kurumlar nezdinde yaptığımız önceki müracaatlarımız nedeniyle zaten bizim adımız geçiyordu. Bunun üzerine Başbakanımız, eğer hala istiyorsak üniversiteyi bizim yapmamızı önerdi. Biz de kabul ettik.

 

 

İsim konusuna gelince; benim herhangi bir talebim olmadı. Ağrı Dağı Üniversitesi isminin İbrahim Çeçen olarak değiştirilmesi konusunda ne devletten, ne de ilgili kurumlardan bir istekte bulundum. Ama bu takdir edildi. Sonuçta ne derler bilirsiniz, “Marifet iltifata tabidir”. Hem eğitim için böylesi bir yatırımı, harcamayı yapan kişiyi ödüllendirmek gerektiği düşünülmüş, hem de gelecekte katkı sağlayacak diğer kişilere, varlıklı ailelere örnek olması, teşvik edici olması açısından devlet böyle bir yol seçmiş oldu. Aslında devlet böyle bir yol seçerek beni ve ailemi önemli bir sorumluluk altına soktu. Eğer adım verilmemiş olsaydı belki de bir yerde yapılanlar duracaktı.

Üniversiteye adımın verilmesiyle yüklendiğimiz bu sorumluluğu üstlenerek gelecek yıllara da taşıyacağız. Üniversitenin gelecek yıllarda karşılaştığı ihtiyaçlarını İbrahim Çeçen ailesi olarak yerine getirmeye çalışacağız.

Böylesi bir yapının Türkiye’de ilk örneği Bolu’daki İzzet Baysal Üniversitesi’dir. Nitekim İzzet Baysal rahmetli olmuştur ama kurduğu vakıf ve ailesi üniversitenin her türlü ihtiyaçlarını gideriyor, gereken yatırımları yapmaya devam ediyor. Bu bizim için de geçerlidir. Biz de üzerimize düşen görevi devam ettireceğiz.

Benden sonra da çocuklarımın, bu sorumluluğun gereklerini yerine getireceğini düşünüyorum. Bu konudaki en büyük güvence de vakıftır. Vakfın önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

 

Üniversiteyi oluştururken nasıl bir yapı kurguladınız?

 

Üniversiteyi yapmak çok kolay olmadı. Özellikle Türkiye’de bir ‘kampüs’ yapmak ve bu kampüsü planlamak, projelendirmek, üniversitenin ihtiyacı olan fiziki yapıların kapasitelerini belirlemek, alt yapısını hazırlamak, peyzajını yapabilmek ve hayata geçirmek çok kolay bir iş değildir.

Çok enteresandır, ülkemizde bir kampüsün master seviyede planlanmasının yapıldığı bir ilimiz maalesef çok azdır. Kampüsler, ödeneklerin çıkış zamanlarına, rektörlerin inisiyatiflerine göre hep bölük pörçük, parça parça, yapılan birimlerden oluşur.

Bugün devlet üniversitelerine baktığımızda, hiçbirisinde büyük çaplı, baştan düşünülmüş bir ana plan olmadığını görürüz. Özel sektörün, vakıfların yaptıkları üniversitelerde ise olması gereken bu planlamayı görebiliyoruz. Ağrı Üniversitesi de devlet tarafında yapılmış olsaydı ne sağlıklı bir planlama yapılabilirdi, ne şu an olduğu kadar kaliteli binalar inşa edilebilirdi, ne de daha verimli bir peyzaj ve alt yapı gerçekleştirilebilirdi. Üniversiteyi yaparken, dünyadaki ve ülkemizdeki örnekleri inceledik. Bin dönümlük bir arazi üzerinde düşünülen üniversitenin geleceğe yönelik planlamasını yaptık, altyapısını oluşturduk, Rektörlüğün ve devletin talepleri doğrultusunda eğitim binaları inşa ettik. Bu eğitim binalarında her türlü imkan mevcuttur.

 

Diğer taraftan öğrencilerin sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif yaşantılarını sürdürebilmeleri ve geliştirebilmelerine olanak sağlayacak; yeme içme alanları, gezi yolları, açık ve kapalı spor alanları gibi eklentiler titizlikle planlanmıştır. Peyzaja çok önem veriyoruz. Özellikle bu benim arzum. Yapılan üniversitenin bir vaha gibi olmasına, yemyeşil bir ortama dönüşmesine çok önem veriyorum. Düşündüğümüz şekilde bir planlama ve beraberinde çalışmalar yapıldı. Burada rektörümüzün, uzmanlık alanı olması sebebiyle de verdiği emeklerine çok teşekkür etmek istiyorum. Peyzaj çalışmalarının kendini göstermesiyle birlikte, 3-5 yıl içinde üniversitemizin, kampüs alanının görülmeye ve örnek alınmaya değer bir şekle kavuşacağına inancım tamdır.

 

Gençlere önereceğim ve çok dikkat etmelerini istediğim bir başka önemli konu da dürüstlük ve iyi niyet. Bir başarı varsa ortada, arkasında mutlaka iyi niyet ve dürüstlük vardır. İyilik ve dürüstlüğün olmadığı bir hayat illa ki yanlış bir yola sapar. Özellikle de yanınızda çalışan insanlara karşı adil olmalısınız. Toparlarsak; çok çalışacaksınız, kendinizi geliştireceksiniz, dürüst olacaksınız.

 

Gençlik yıllarınıza dönersek, bize biraz o yıllardan bahseder misiniz?

 

Ben üniversite yıllarında, hatta eğitim yıllarımın tamamında çok zor şartlarda okudum. 50 yıl önce Türkiye’de var olan imkanlarla bugün sahip olunan imkanlar arasında çok fark var. Ama şunun bilinmesi istiyorum ki, biz tamamen yoksulluk içerisinde, yokluk içerisinde okuduk. Yurtlarımızdaki odalarımız çok sayıda arkadaşımızla paylaşıyorduk. Banyomuz yoktu, tuvalet bir taneydi. 10 günde bilemedin haftada bir şehirdeki bir hamama gidebiliyorsan ne mutluydu. Burs bulma imkanımız hiç yoktu. Özellikle fakir öğrenciler, örneğin ben, gündüz çalışıp gece okuyarak eğitimimizi sürdürebildik. Yani çok zor şartlarda tamamlayabildim üniversite hayatımı.

 

Gençlere neler tavsiye edersiniz?

 

Burada gençlere önemli bir şey söylemek istiyorum. Çok çalışmak hayatın gıdasıdır. Ömrünüz boyunca çok çalışmak zorundasınız. Çok çalışmadığınız zaman hiçbir noktaya varamazsınız, başarılı olamazsınız. Hiçbir başarı, şansla, rastlantıyla kucağınıza gelmez. Şans ancak siz çalışırsanız yanınızda olabilir. Dolayısıyla benim en büyük tavsiyem, çok çok çok çalışmanız olacaktır. İkinci bir önerim ise kendinizi geliştirmeniz olacaktır. Ben bu yaşıma geldim hala birçok konuda kendimde eksikler görüyor ve bu konularda eksikleri gidermeyi, kendimi geliştirmeyi bir görev sayıyorum. Dolayısıyla eksiklerinizi gidermeniz ve kendinizi geliştirmeniz konusunda, bireysel eğitiminizi hayatınız boyunca sürdürmelisiniz. Örneğin hala bir lisanı tam anlamıyla öğrenememişseniz, bunu ilerleyen yıllarda öğrenmek zorundasınız. Herkes kendi eksiğini bilir. Bu eksiği gidermenin yollarını araştırıp, bulacaksınız ve kendinizi eğiteceksiniz. Hayat artık çok hızlı yol alıyor. Kendinizi geliştirmezsin, hayatı yakalayamazsınız. Bu da sizi başarısız kılar.

 

Vakıf Yönetiminiz aile fertlerinden oluşuyor, bu konuda ne diyorsunuz?

 

Vakıf yönetimini özellikle ailenin gençlerinden oluşturdum. Sonuçta hepimiz faniyiz, günü gelince bu dünyadan göçeceğiz. Gençlerimizi şimdiden hazırlıyoruz. Benden sonra onlar devam edecek. İnşallah onlardan sonra da çocukları görevi devralacak. Umarım ki bu vakıf ilelebet üstlendiği misyonu yerine getirecektir.

 

İbrahim Çeçen Vakfı'nın hedeflerinden bahseder misiniz?

 

 

Vakfımızın çok daha geniş imkanlara sahip olmasını istiyorum. İmkan ne kadar geniş olursa hizmeti de o oranda fazla olacaktır. Dolayısıyla hep düşündüğüm vakfa nasıl daha çok gelir kaynağı yaratabiliriz, nasıl zenginleştirebiliriz. Vakfın zenginliği tabii ki gençlerimize yansıyacaktır. Daha çok öğrencimize burs vermek anlamına gelecektir. Biz kendi aile olanaklarımızdan, firmalarımızdan vakfa kaynak aktarırken vakfın da kendi ayakları üzerinde duracak projeleri gerçekleştirmesi gerekecektir. Vakıf gençleri ve toplumu kucaklayan daha anlamlı sosyal projeler gerçekleştirmelidir.

 

 

 


Emoji ile tepki ver!

Bu Haberi Paylaş :


Benzer Haberler
    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)