adscode
adscode

Sürdürülebilirlik eskidenmiş

Aslında eskiden sürdürülebilirlik kavramı bu kadar yaygın değildi. Akademik açıdan da Scopus veritabanı verilerine baktığımızda anahtar kelime olarak (sustainability) ilk kez 1982 yılında geçmiş.

cemozel2021@gmail.com




Bundan 25 yıl önce caddelere, sokaklara, apartman girişlerine, okullara, asansörlere yani kısacası her yere kamera konulacak deselerdi şaşardık. Orwell’in 1984 adlı romanını okuyanlar bile inanmazdı; ama bugün gerçek oldu. Derdimiz her yere kamera konulması ya da izleniyor olmamız değil. Burada dikkatimizi çekmesi gereken husus, damlaya damlaya göl olması. Hem devlet hem özel sektör hem de kişiler bir şekilde her yere kamera koydular. Bugün kameranın olmadığı yerleri neredeyse yadırgıyor, neden şuraya kamera konulmuyor diye yetkililere sitemde bulunuyoruz. Her yerde kamera olmasının nedeni, yavaş yavaş olmasıdır. Biri çıkıp da “Yarın her yere kamera koyacağız” deseydi, kimse inanmazdı ve buna bütçe de yetişmezdi; ama zaman içinde kamera sayısı arttı ve bugünkü duruma geldi.

Kamera benzetmesinden gidecek olursak sürdürülebilirliği de bu gözle yeniden ele almamız gerekecek; çünkü bu konuda da her şey bir anda olmayacak. Yavaş yavaş ve emin adımlarla yapmalıyız ki, torunlarımıza olan borcumuzun en azından faizinin faizini ödeyebilelim.

Aslında eskiden sürdürülebilirlik kavramı bu kadar yaygın değildi. Akademik açıdan da Scopus veritabanı verilerine baktığımızda anahtar kelime olarak (sustainability) ilk kez 1982 yılında geçmiş.

1979 doğumluyum. Çocukluğum bu makalenin yazıldığı yıllara denk geliyor. Bizim aile, bu makaleyi okuyup da sürdürülebilirlik konusunda farkındalık yaşamış olamaz; ama bu konuyu içselleştirdikleri kesin. Sadece bizim aile değil, bütün toplum bu konunun farkındaydı.


Evin içinde boşuna yanan ışıklar kapatılırdı. Maşallah şimdiki evler yaz kış sera gibi apaydınlık.

Ekmek ne kadar bayatlamış olursa olsun bir şekilde o bayat ekmeklerden yemek yapılıp değerlendirilirdi. Şimdi bugün yemediğimiz ekmekler, ertesi gün çöp cennetini boyluyor.

Efendime söyleyeyim, 1 litrelik Pepsi Cola cam şişeler, depozitolu olur, kolamız bitince şişeyi Ekrem amcaya götürüp parasını alırdık.

Cuma pazarına giderken yürüyerek gider gelirdik. Hatta amcamın oğlu Özkan’la gider, eğer hepsini alamazsak bir sefer daha yapardık. Şimdi 500 metrelik yer için dolmuşa biniliyor.

İlk okuldayken kurşun kalemleri dibine kadar kullanırdık. Elimizle tutamayacak kadar küçük olursa ucuna bir şey takıp boyunu uzatır öyle kullanırdık. Şimdi bir kalemi yarıya kadar kullanabilenlere neredeyse ödül verecekler.

Eskiden çoraplarımız yırtıldığında annelerimiz dikerdi, şimdi ise çorapların ucunda hafifçe parmaklarımızın teni görünse çöpe atıyorlar.

Bulaşık makinasında bardaklar, hafif çizilse hemen yenileriyle değiştiriliyor. Geçenlerde anneme gittim ve ilk maaşımla aldığım bardakları kullandığını gördüm. Birileri sürdürülebilirliği hala sürdürüyor.

Eskiden bir kovayla yıkanabilirken şimdi duşluktan sayısız kovaya sığabilecek suları harcıyoruz. Sabah akşam duş alanlar, yakında elini yüzünü yıkayacak su bulamayacaklar.

Lavaboda elimizi yıkadıktan sonra o ıslak haliyle hemen kağıt havluya davranıp 3-4 parça koparıp elimizi kuruluyoruz. O ıslak elleri en azından şöyle bir silkelesek, elimizde su kalmayacak neredeyse. Biz de ona göre sadece 1 parça koparıp elimizi kurulayacağız. Geçenlerde hiç üşenmedim, elimi yıkayıp lavabonun içine 90 kere silkelediğimde elim kupkuru kaldı. Böylece hiç kağıt havlu kullanmamış oldum. Üşenmeyin, aynı zamanda kalori de yakmış oluyorsunuz.

Plastik poşet kullanımının önüne geçmek için paralı yönteme geçildi; ama bir türlü önü alınamadı. Parama geçer sözüm, diyerek birçoğumuz plastik poşet kullanmaya devam ediyor. Eski alışverişleri düşünüyorum da ya kese kağıdı kullanılır ya da her evde file bulunurdu.

Geçenlerde baba evine gittim. (Baba evi deyince aklıma Orhan Kemal’in “Baba evi” adlı o müthiş romanı geldi. Okumamış olanlar varsa vakit kaybetmeden okusunlar.) Evet ne diyordum. Baba evinde gözlemlediğim bir hadise. Babam televizyonu kapatınca fişini de hemen prizden çekiyor. Önceleri bu duruma kızardım, nasıl da üşenmiyor diye anneme dert yanardım. Çok sonra öğrendim ki kullanmadığımız elektronik cihazların fişte takılı kalması bile enerji tüketimine sebep oluyormuş. Gel de şimdi bu mübarek adamın elini öpme. Babama sürdürülebilirlik kelimesinden bahsetsem, “Oğlum anlamıyorum ben seni, Türkçe konuş.” der; halbuki sürdürülebilirliğin kralını yapıyor da haberi(miz) yok!

Çöp kovalarını düşünüyorum. İki çöp atınca hemen doluveriyor; çünkü beş litrelik su bidonunu da çöpün içine atıyorlar. Haliyle başka çöplere yer kalmıyor. Su bidonlarını ayrı bir yerde toplayıp atmak aklımıza gelmiyor. Sırf su bidonu da değil. Örneğin iki kiloluk çamaşır makinası deterjanının kabını preslemeden olduğu gibi çöpün içine atmak da boşu boşuna yer kaplamaya bire bir.

Merkezi sisteme dayalı apartmanların dairelerine de çok takığım. Ne de olsa parasını alıyorlar diyerek, evin içi çok ısındığında petekleri kısmak yerine camı açıyorlar, ısı dengesini sağlamak için. O kadar zenginiz ki, doğalgazla dışarıdaki havayı ısıtıyoruz. Bu kafayla, devletin malı deniz yemeyen domuz anlayışını tek bir apartmanda bile tersine çeviremezken, koca bir ülkede tersine çevirmeyi nasıl başarırız, bilemiyorum.

Bazı şeyler için çok geç kaldığımızın farkındayız; ama karıncanın yangına su taşıması misali, hala yapılacak pek çok şey var. Elinden geldiğince bu işe gönül verenler var. Onlardan da bahsedeceğim sonraki yazılarımda.

Yukarıda da dediğim gibi, en azından torunlarımıza olan borcumuzun faizinin faizini ödeyelim. Yoksa onları sürdürülemeyecek bir hayat bekliyor. Üzerinde yaşadığımız Dünya adlı annemizin sesi sizin de kulağınıza geliyor mu: 

“Daha yeni sildim ortalığı. Yine her yer karbon ayak izi olmuş!”


Emoji ile tepki ver!

Bu Yazıyı Paylaş :

    0 Yorum
  • Yorumu Gönder
  • Diğer Yorumlar (0)